GUNLUK

SAYIN BAKANIM,                                  9 EYLÜL 2007 PAZAR

18.08.2006 tarihinde yazmış olduğum mektubumdan sonra basında yer alan yeni bir haber üzerine yeniden yazmak lüzumu hissettim.O mektubumda sizden önceki bakanlarla yaptığım görüşmelerin içeriğini ve özel tiyatrolara devlet desteğiyle ilgili kişisel düşüncelerimi aktarmıştım.Otuz beş yıldır bu alanda çalışmaktayım. Tiyatronun yakın geçmişini ve bu gün geldiği noktayı da yakından takip etmiş,hayatı boyunca tiyatro yapmaya çalışmış.Bu uğurda bin bir güçlüğü göğüslemiş ve hayatını bu mücadeleye adamış bir tiyatro adamıyım.Daha on altı yaşlarındayken memleketim Niğde ve çevresindeki kasaba ve köylerin tümünde bazen traktör römorku üzerinde,bezende kahvelerde masaları birleştirerek yapılan sahnelerde oyunlar sergiledim.Eskiden tiyatronun bir etiği ve kendine özgü bir işleyişi vardı.Genelde statüsü hisseli kumpanyalar olan bu tiyatrolar daha çok Anadolu ya yaptıkları turnelerden beslenirlerdi. Bu turneleri organize eden kişiye de öncü denirdi.Bunlar tiyatronun öncüleriydiler. O zaman eşas yani kadro tamam,eser var birde öncü bulunmuşsa tiyatro tamam demekti.O zamanın ünlü öncüleri Papyon Kemal,Baba yavaş haluk ve Vali Necdetlerden öğrendiğimiz öncülük işini sürdüren dört kişiden biriyim.Öncüler tiyatro yönetiminden aldıkları avansla yola çıkar kasaba şehir dolaşır dernek yada cemiyetlere oyunu pazarlar sözleşme yapıp aldıkları avanslarla seyahatlerini gerçekleştirerek dört yada altı aylık uzun turneler organize ederlerdi. Bu aynı zamanda bir rekabeti de beraberinde getirir,yeni yeni kumpanyalar oluşur ve hepsi aralarında birbirinden güzel oyunlar sergileme yarışına girerlerdi. Gazetelerde oyun eleştirileri neşredilirdi. Tiyatro hem kendi mecrasında gelişiyor hem de yavaş yavaş kendi kuramını üreterek kurumlaşıyordu.En büyük sıkıntı turnelerde yaşanıyordu.Halende yaşanmaya devam eden sıkıntı şuydu: Tiyatrocular polisle direk muhatap ediliyordu. Her gittikleri il yada ilçede emniyetten izin almak zorundaydılar. Bazen havale edilen oyunun oynanacağı semt karakolunun amiri başka başka gerekçelerle oyuna izin vermiyor. Bezende polis vazife ve salahiyetler kanununun bu gün bile değişmemiş olan meşhur maddesine istinaden karakolda bütün oyuncuların kimlik,ikamet bilgileri hatta parmak izleri alındıktan sonra bayan oyunculardan çalışma karnesi soruluyordu.Bir başka sorunda sanat üzerindeki siyasal baskılardı. Bazen öyle oluyordu ki,bir oyunun turnesinden sonra birde dava turnesine çıkıyorduk. Her replik incelenip cımbızla alınıyor adeta öküz altında buzağı aranıyordu. Bu günde bu koşullar ortadan kalkmış değil. Sadece yardım yasası çıktıktan sonra kimsenin artık bunları umursadığı yok. Çünkü rahata kavuştular. Koca koca şirketleri olan bu dinozorlar devletten aldıkları bu rantın verdiği rehavetle kurumlaşmak,işletme sorununu çözüp kendi kaynaklarını harekete geçirmek yerine asalaklaştılar. Bir çoğu az kadrolu oyunlar oynamayı yeğleyince bir çok tiyatro emekçisi de aç kaldı. Tiyatro patronları servetlerini katlarken emekçileri tiyatro yapamaz iş bulamaz hale geldiler. Benim gibi hiçbir sosyal güvencesi olmayan bu insanların bir kısmı başka bazı yetenekleri sayesinde ayakta kalmaya,TV sektöründe kendilerine yer açmaya çalışırken tiyatrodan başka yeteneği becerisi olmayan onlarca arkadaşımız sokakta sefalet içinde öldüler. Yada bir çoğu umutsuzluğa kapılıp kendilerini alkole verdiler ve alkolik oldular. Bütün bu yazdıklarımı AHİM dilekçemde ve şu günlerde kaleme almakta olduğum kitabımda ayrıntısıyla anlatacağım.Yukarıda ifade ettiğim gibi öncüler turneleri organize ederken önceden bir rakam belirlenir. Ortalama günlük masraf konaklama yol yakıt ve oyuncuların yevmiyeleri toplanır,buna öncünün giderleri eklenir ve ortaya bir taban fiyat çıkardı. Bu rakamın üstünde iş bağlamak öncü içinde karlı olacağından,öncü duruma göre hareket eder yerleşim merkezinin büyüklüğüne küçüklüğüne göre ortalama bir rakam tutturmaya çalışırdı.Hatta bazen öncüyle tiyatro yetkilisi anlaşarak uzun yol yada repo koymaktansa sırf çalışanlar yevmiye alsınlar diye küçük yerleşim yerlerine maliyetine de olsa oyun koyarlardı. Genellikle salonu bile4 olmayan bu yerleşim yerlerinde bulunan geniş bir mekan kısa zamanda salon haline getirilir ve oyun sergilenirdi. Böylece tiyatronun en küçük yerleşim yerlerine kadar girmiş olması sağlanırdı. Yardımdan önceki durum böyleydi.Şimdi öyle mi? Hayır. Hem devletten nemalanan hem de arkalarına Efes pilsen gibi sponsorlar alan bu bezirganlar büyük kentlerden ayrılmak ve sıcak evlerinde fazla uzaklaşmak istemediklerinden kendilerine gelen turne tekliflerine astronomik rakamlar çekiyorlar. Bunu çok somut ve bizzat yaşadığım örneklerle kanıtlayabilirim. Sizde yapabilirsiniz isterseniz. Açın telefonu küçük bir ilçeye davet edin kulağınızla duyun rakamları. Bu gün öncülerin yerini profesyonelce sanat tacirliği yapan organizasyon kuruluşları aldı. Bu da sanatın daha çok metalaşmasına hizmet etti. Bir yandan zor durumdayız kazanamıyoruz devlet bize yardım etsin yaygarasıyla devletten destek almaya devam ettiler.Ben görüştüğüm iki bakana da bunları ifade ettim. Dosyalar dolusu proje ve raporlar sundum. Bunun aynı zamanda tiyatro yapmak isteyen yeni unsurlar için haksız rekabet olduğunu da ifade ettim.Zaten bu dinozorlar tiyatronun kendi tekellerinde olduğunu sanıyorlardı. Ve yeni oluşumlara asla izin vermiyor onların üstüne koza örüyorlardı. Son yirmi yılda kurulmuş yeni kaç tiyatro vardır.Bize tiyatroya adım attığımız ilk gün ilk öğretilen şey seyirciye sırtını dönme oldu. Yardım ortaya çıktıktan sonra bu yardım tiyatroları seyirciye de top yekun sırtlarını döndüler. Çünkü sırtlarını dayayacak daha güçlü bir dayanak bulmuşlardı. Tabii seyircide derhal onlara sırtını döndü. Böylece halk sanatından ve kültüründen koparıldı. Halkın kültür düzeyinin üstünde üst kültür ürünlerini sergileyerek ve halkın güncelini ve gündemini yakalayamayarak yabancılaştılar ve aristokratlaştılar. Devlet işte bu sürece destek oldu. Belki istenilende buydu. Çünkü geçmişten günümüze tiyatro potansiyel tehlike gibi görünmüş,tiyatrocular potansiyel suçlu gibi görülüp mülki amirliklere oyun sergilemek üzere verdikleri dilekçeleri emniyet müdürlüğüne hem de eskiden birinci şube denen siyasi şubeye günümüzde de terörle mücadele masasına havale ediliyordu. Oysaki seyirciye sırt dönmek yerine tiyatronun önündeki antidemokratik uygulamaların karşısında mücadele etmek için halkın desteğini daha çok almalı,tiyatro sırtını bağrından çıktığı kendi halkına dayamalıydı. Böyle olsaydı halk sanatçısını beslerdi.Tiyatroya para vererek destek olmak akan bir nehrin yönünü değiştirmek demektir. Tiyatro kaynağını binlerce yıllık geçmişi olan Anadolu kültüründen alacak kendi mecrasında doğal olarak gelişecekti. Devletin yapacağı şey bunun için alt yapı hazırlamak ve sunmaktı. Yani salon yapmak.Seyircinin azalması sonucunda oturup kendilerini sorgulamak yerine halkı suçladılar. Bir çoğu tarihini geleneğini bile bilmeyen bu tiyatro bezirganları Yunus Ermeyi okusalar böyle düşünmezlerdi. Yunus Emre şöyle demiş bir dizesinde:Halkı tan eylemek nemiz/Bilcümle vebal bizdedir.Bir çoğu şirket olursak daha çok ciddiye alınırız diye şirketleştiler. Ama kurumlaşamadılar. Çünkü kurumlaşmak için değil yardım almak için şirket kurdular. Bir çoğunun idare yeri ofisi bile yok. Salonu olanlar hariç. Şirket merkezi olarak gösterilen adresler ya ev yada depodur. Ben o zaman İstanbul kültür müdürlüğünün yardım isteyen tiyatroları bizzat adreslerinde görmesini önermiştim.Salonu olan tiyatrolarda sanki müktesep haklarıymış gibi çoğu zaman kendilerine ayrılan parayı beğenmemiş,hatta bir defasında koskoca Yıldız Kenter bu para bizim tiyatromuzun tuvaletini onarmaya yetmez diyerek küçümsemiştir. Türkiye de tiyatro devletin ulufe dağıtmaya başlamasıyla küçülmüş ve tükenmeye başlamıştır. Devlet desteği elbette doğrudur ama yöntemi yanlıştır. Bu bir ranta dönüşmüş durumdadır. Rantın olduğu yerde de mutlaka yolsuzluk vardır.


Tiyatro hedef kitlesini tümüyle değiştirdiği varoşlara,orta ve alt gelir düzeyindeki çalışan üreten insanlara ulaşamadığı için bıraktığı boşluğu daha çok spor ve popüler müzik doldurmuştur.Böylelikle de ciddi bir kültürel yozlaşma ortaya çıkmıştır. Bu günkü arap ve amerikan kültürünün bileşimi arabesk ve club kültürü şiddet ve porno kültürünü tırmandırmış. Yıllardır izlenen yanlış kültür politikalarının sonucu emperyalist gerici yoz kültürün yükselip yerleşmesi sonucunda özümüzden kopmuş ve toplumsal değer yargılarımız tümüyle değişmiş durumdadır. Şöhret yada para genel değer olmuş,alkol ve uyuşturucu kullanma ve fuhuş yaşı on yaşa kadar dayanmıştır.Anlayışı olmayan işin pratiği de olmaz. Kimsenin kültür sanat diye bir derdi olmadığı içinde.Bu gün geldiğimiz noktada sanat ve sanatçı kavramı tartışılır olmuş. Soytarılıkla sanat birbirine karışmıştır. Temsil ettikleri estetik anlayışı çürümüş ve köhnemiş olan bu kurumlar artık halkın gerisine düşmüşlerdir. Sanatın aydınlatıcı öncülük misyonu da tükenmiş durumdadır.Dünya literatüründe kültürün net ve en açık tanımı şudur: Kültür üretim ilişkilerinin ideolojik yansımasıdır.Bu gün ülkemizde porno ve şiddet kültürü tırmanışını doruğa çıkartmıştır.. Bunun için öncelikle yapılacak olan Kültür ve sanatın kuramını üretmek yeni ve çağdaş bir estetik anlayışıyla besleyerek binlerce yıllık kültür geleneğimizin zenginliklerine sarılmak ve onları geliştirmek olmalıdır.Nasıl ki yer üstü ve yer altı kaynaklarımızı değerlendiremiyor kullanamıyorsak yada kullandırılmıyorsa aynı şekilde kültür zenginliğimizi de ortaya çıkarmış ve kullanabilmiş değiliz.Kültür bakanlığı tabela bakanlığı olmaktan çıkarılıp,daha işlevsel hale getirilerek,onlarca kadrosu olan yerel kültür müdürlüklerinin daha aktif çalışmaları ve daha üretken olabilmeleri müze bekçiliğinin dışına taşabilmeleri için ciddi projeler yapılmalı hatta mümkünse yerel sanatçı ve kültür adamlarını da içine katarak yeniden yapılandırılmalıdır.Tiyatroya mutlaka destek verilecekse ve bu konuda gerçekten samimiyseniz. Elbette destek olunsun.Ama bu desteğin daha kalıcı daha etkin ve daha faydalı olması yerini bulması ve tiyatro patronlarının değil tiyatronun gelişmesi ve yaygınlaşmasına hizmet etmesi isteniyorsa mutlaka yöntemi tartışılsın ve doğru yöntem bulunsun. Öncelikle sanatın ve sanatçının önündeki sosyal ekonomik ve siyasal engeller kaldırılsın. Sanat ve sanatçı anayasada ifade edildiği gibi korunabilsin.Yirmi yılda yirmi trilyon liradan fazlası harcanmış ve devletin kasasında halkında cebinden çıkmıştır. Getirisi nedir? Tiyatro tükendi. Oysa ki bu bütçelerle tiyatronun gelişmesi ve yaygınlaşması adına neler yapılırdı.Spor tesislerinin varlığı nasıl ki Türkiye de sporun gelişmesine hizmet etmişse Kültür ve sanatında alt yapısının olması Yani Türkiye deki salon sayısının çoğalması ve halka açılması tiyatronun daha çok gelişmesine ve yeni yeteneklerin ortaya çıkmasına yeni değerlerin keşfedilmesine olanak sağlayacaktı. Yeni nesilin sanata olan yönelişini de kanalize etmiş olacak ve tiyatro kavuşacağı yeni insan malzemesiyle daha da güçlenecekti. Bu harcanan bütçelerle yirmi yılda elliden fazla salon yapılmış olabilirdi.Bertolt Brecht in bir sözünü hatırlatmak isterim. Aç bir dilenciyi bir gün doyurmak ona yapılacak en büyük kötülüktür. Çünkü böyle yaparak onun dilenmeye devam etmesini sağlamış olursunuz. Böylece çaba göstermeyecek kendisi için bir arayışa girmeyerek çözüm üretmeyecektir.Bu paralar tiyatrolara bilet karşılığında yada belli ilçelerde oyun sergilemesi karşılığında ödenebilirdi. Böylece orada satılacak bilet paraları kültür müdürlüklerinde döner sermaye olarak kalır. Kültür müdürlükleri beldelerinde ayda iki oyun organizasyonları yaparak tiyatroların daha çok ve daha yaygın çalışmalarına olanak sağlar ve asalaklığı da ortadan kaldırmış olurdu. Tiyatrolara destek merkezi yönetim yerine yerel kültür müdürlüklerine insiyatif sağlanarak yapılmış olsaydı. Bu konuda bir oto kontrol oluşacak haksızlık yolsuzluk olmayacak ve daha yakın denetlenmiş olacaktı.Kültür Bakanlığı yirmi yıldır bu şirket ve ticari kuruluşlara para yardımı yaparak anayasa suçu işlemiştir. Üstelik şirket olmalarını yardım yönetmeliğinde koşul olarak sunarak. Bunun yerine fon kaynaklı düşük faizli ve uzun vadeli krediler verebilirdi. Ben o tarihlerde bu hususu da ilgililere yazmış ve şimdi ayakkabıcı esnafı da zor durumdayız devlet bize de yardım etsin derlerse ne yapacaksınız diye sormuştum.Bizle tiyatro misyonerleriyiz ve bu işin çilesini çektik,çekmeye de devam ediyoruz..Çile çekmeden olgunlaşılmıyor. Ne yazık ki sırça saraylarda sanat üretilmiyor. Sanatçının ekmek parasını kazanmak derdi de vardır elbette,çünkü sanatçının da yeme içme barınma gibi kötü alışkanlıkları var. Orhan Kemal on beş yıl tashihçilik yapmıştı. Halkın yaşamını paylaşmayan halkın sanatını yapamaz. Kendilerini halkın üstünde görüp te halka inmekten söz edenlerin halktan öğrenecekleri çok şeyleri var. Özellikle Tiyatro bir gözlem sanatıdır. Yaşamın aynasıdır. Halktan alır gücünü ve konusunu. Gücünü halktan almak çalışan üreten yığınlardan almak yerine devletin desteğine muhtaç olur ve adeta devlet destek olmazsa yaşayamayız kapatırız perdelerimizi derlerse sonuçta azınlık bir seçkinin eğlence aracı olur ve giderek marjinalleşip yok olurlar. Opera ve balenin bir zamanki durumu gibi.Bunu söyleyenler on bin yıl öncesinin Anadolu topraklarında bıraktıkları on bin kişilik tiyatro harabelerine bakarak utanmalılar. Demek ki bu devasa salonlar bir ihtiyaçtan kaynaklanıyordu. Çok değil yüzeli yıl geriye gidersek orta oyunuyla köy seyirlik oyunlarıyla meddahı karagözüyle tiyatro halk içinde yaşayan bir gelenekti. Bizim böyle bir geleneğimiz var.Tiyatroyu oluşturan en temel öğelerden biri kuşkusuz seyircidir. Seyirci yani insan topluluğu yada diğer bir deyişle halk.Türkiye de devlet tiyatroya destek olmak değil. Mümkünse tiyatrodan da sanattan da tümüyle elini çekmelidir. Sanat özgür ortamda gelişir onu özgür bırakmalı ve kendi mecrasında gelişmesine olanak sağlamalı gelişmesinin önündeki engelleri kaldırmalıdır.

İŞTE BU BENİM HALKIM                                     19 ARALIK 2007 ÇARŞAMBA

Gazetelerde köprüye zam yapıldı haberini okuduktan sonra Sayın ve değerli dostum ağabeyim avukat Turgut İnal'a yazdığım bir mektupta güzel bir hikaye anlatmıştım. Hikayeyi burayada alıyorum umarım beğenirsiniz.
Zamanın birinde padişahın biri bir gün bir bakmış ki hazine tamtakır. Hareme para yetişmiyor... Para olmazsa şaaşaalı hayatınıdan vaz geçecek. Toplamış vezirlerini ülemalarını anlatmış durumu. Buna bir hal çaresi düşünün demiş. Düşünmüş devlet erkanı... Ve günler sonra biri bir çare bulduğunu söylemiş... Aman demiş padişah hemen söyle... Vezir bulduğu formülü açıklamış:
-- Hünkarım şehrin iki yakasını birleştiren nehre bir köprü yapalım geçenden para alalım...
Padişah düşünmüş taşınmış aman demiş "halk tepki göstermesin, ben korkarım halkın tepkisinden"
-- Hiç bir şey olmaz demiş vezir ve kararı hemen uygulamaya koymuşlar...
Aradan dört ay kadar zaman geçmiş padişah bakmış yine hazine boş bu formülde tutmamış yeniden toplamış devlet erkanını... Aman demiş bir formül bulun.....
Yine düşünmüşler... Aynı zeki ve akıllı vezir yine bulmuş formülü...
-- Devletlum demiş köprünün çıkışına da bir adam koyalım çıkandan da alsın parayı...
-- Aman demiş padişah halk tepki gösterir sonra...
-- Göstermez demiş vezir. Ve hemen koymuşlar uygulamaya... Gel zaman git zaman... Bir kaç ay geçmiş aradan yine bakmiş padişah küplerin içi boş. Toplamış yine devlet erkanını... Aman demiş acele bir çare....
-- Yine bizim akıllı vezir bulmuş formülü... Padişahım ortayada bir adam koyalım girer parayı versin ortaya gelsin ortadaki adam onu düdüklesin. Çıkarkende yine parasını ödesin...
-- Olmaz demiş padişah buna tepki gösterirler. Göstermezler efendim alışırlar demiş padişah... Uygulamaya koymuşlar hemen... Aradan aylar geçmiş... Padişah inanamamış halktan tepki gelmediğine... Toplayın ahaliyi demiş konuşacağım... Toplamışlar ahaliyi meydana.. Padişah çıkmış yüksekçe bir yere... Halk başlamış alkışlamaya...
-- Padişahım çok yaşa... padişahım çok yaşa...
-- Padişah memnun sormuş ahaliye memnunmusunuz hizmetlerimden diye... Yine başlamış tezahurat ahaliden...
-- Padişahım çok yaşa... Padişahım çok yaşa...
-- Peki memnun musunuz köprüden demiş.. Yine aynı tezahürat... -- Padişahım çok yaşa...
Bu arada halkın arasından yaşlıca bir adam öne çıkmış bir maruzatım var diyerek...
Hah demiş padişah işte bak tepki gösterecek.. Gel hemşerim çekinme söyle demiş derdini...
-- Hünkarım demiş adam.. Bu köprü çok iyi oldu olmasına da.. Ortada çok yığılma oluyor düdükçülerin sayısını artırsanız...
İşte böyle sevgili okuyucular halkımız tepkilidir... Elektrik zammına tepki göstermezde... Ödemeye gittiğinde gişelerin yavaşlığından şikayet eder ve yahu buraya bir kaç gişe daha koysalar ya diye feveran ederler..
İşte bu benim halkım...

ACI ÇEKMENİN TARİFİ...

Aci Çekmek ,
Anlatamamak,
anlamamak
bu döngünün içinde sinirden
ve yipranmiş duygulardan
tuhaf bir yaratik halini alip
sonra içinde bulunulan
ruh halinden tiksinilip
kurtulmaya çalışırken
bu kurtulmanın çift tarafli olmasi konusunda
kararlı davranılması halinde
diğer insanı ikna ederken,
ikna ettikten sonra ve düzelme aşaması boyunca
yogun bir şekilde hissedilen,
nefes aldırtmayan tuhaf his...
Aci çekmek ....

Düşünmek, Söylemek Ve Belki Acı Çekmek
Ömür dediğin Koşarak yaşanmalı
Tökezlesen de çukurlarında bu yolun
Masmavi bir sabah göğüne uyanır gibi
Kalkmak yeniden
Ve avuçlamak dipdiri bir bahar güneşini
Bir ceylanın kurttan kaçışı gibi
Soluk soluğa akşamların sabahında
Uyanmak geçmiş ve gelecek günlerini düşünerek
Kazandığın ve kaybettiğin ne varsa öykünde
Düşünmek
Söylemek,
Ve belki acı çekmek bir ömür boyu
Mutlu olmasa da
Ben bunu denedim diyebilmeli insan
“Mutlu olabilmek adına
Acı çekiyor olsam da
En güzel şiirlerimi yazdım yaşayamadıklarım adına
Bugün kötüyüm
Ancak hala yaşıyorum ve daha çok günlerim var yaşanacak”
Diyebilmeli insan
Ne olursa olsun
Ciğerlerinde nefes
Bedeninde ruh Ve beyninde azalmadıkça umudu
Buradayım ve burada olacağım
Ve mutluluk denen bir şey var ki hala
Adına çekiliyor bunca acı diyebilmeli
Herkese ve her şeye rağmen...
Düşmana inat...

ACILARA TUTUNMAK                                          15 MART 2008 CUMARTESI

Kavuşmak özgürlükse
Özgürdük ikimiz de
Elleri çığlık çığlık
Yanyana iki dünya
İkimiz iki dağdan
İki hırçın su gibi
Akıp gelmiştik
Buluşmuştuk bir kavşakta
Unutmuştuk ayrılığı
Yok saymıştık özlemi
Şarkımıza dalmıştık
Mutluluk mavi çocuk
Oynardı bahçemizde
Acı çekmek özgürlükse
Özgürüz ikimiz de
O yuvasız çalıkuşu
Bense kafeste kanarya
O dolaşmış daldan dala
Savurmuş yüreğini
Ben bölmüşüm yüreğimi
Başkaldıran dizelere
Aramakmış oysa sevmek
Özlemekmiş oysa sevmek
Bulup bulup yitirmekmiş
Düşsel bir oyuncağı
Yalanmış hepsi yalan
Yalanmış hepsi yalan
Sevmek diye birşey vardı
Sevmek diye birşey yokmuş
Acı çektim günlerce
Acı çektim susarak
Şu kısacık konutlukta
Deprem kargaşasında
Yaşadım birkaç bin yıl
Acılara tutunarak
Acı çekmek özgürlükse
Özgürüz ikimiz de
Acılardan arta kalan
İşte bu bakışlarmış
Kuğu diye gözlerimde
Gün batımı bulutlarmış
Yalanmış hepsi yalan
Yalanmış hepsi yalan
Savrulup gitmek varmış
Ayrı yörüngelerde

BEN SENİ İSTANBUL KADAR SEVDİM

Ben seni öyle sevdim,Öyle sevdim ki,
Avuç dolusu sanma,Yürek dolusu kadar…
Ben seni işte böyle sevdim,
Ve öyle bekledim ki,Her gelmediğin gün de,
Öyle bir özledim ki,Bütün tutuklulara yetecek,
Özgürlük kadar…
Ben seni İstanbul kadar...
İstanbul'u sevdiğim kadar sevdim...
Ben seni böyle sevdim işte,
Her yanımda olmadığın anı,
Üst üste koysam,
Güneşe ulaşacak kadar,
Yan yana dizsem,Dünyayı bin kez saracak kadar,
Ve sensizliğe de öyle üzüldüm ki,
Anacığım ölmüş kadar…
Ben seni işte öyle sevdim,
Payıma düşen cenneti herşeyi ile,
Karşılıksız devredecek kadar,
Ve tora düşen bir balığın,
Son soluğu kadar,
Hatta, daha- daha çok,
Ölürken de ayrılamadığı,
Pullarına sinen deniz kokusu kadar…
Ben seni böyle sevdim işte gülüm,
Az gelir aş, ekmek hatta su,
Ve az gelir soluduğum hava,
İlle bir ölçü sorarsan,
Şekli bütün sevenlerin yüreği,
Evren kadar bir hacim,
Everest kadar yüksek,
Ağrı kadar da ağır
,Adı dersen, içimdeki sen kadar
,Asil ve gerçek…
Ben seni işte böyle sevdim gülüm,
İster inan, ister inanma,
Gerisi sana kalmış...
İşte o kadar, gülüm...
işte
o
kadar…

Söyleyemediğim Sözüm

bir kez daha seviyorum anladım
bir kez daha o güzel sızıyla kavruluyor yüreğim.
Nedenleri sıralamak istemiyorum.
Aç olan susuz bir yürek
bu sararmış yaprağı canlandırma vakti.
Bunu kör bir dilenci kadar çok istiyorum
sadece siyah saçlarina,ve umutla ısıldayan gözlerine duydugum özlem,
dünyanin bütün zevklerini ardına sıralıyor,
en amansiz hasretlerden daha fazla tüketiyor,özlemin.
açmadan yüreğimin derinliklerini,
bir zamanlar sana bir nefes kadar yakınken,
senden uzaklara gitmek
ve şimdi gölgeni bile görememek kahrediyor beni
gel yüreğim gel
bir kez daha hazanları yok edelim güneş varken
bulutlu fırtınalı günlere gerek yok
son baharda yaşanan son umutta
yapraklarımız yeşil kalsın inadına
yüreğim ateşten kor
sabırsız bir koşma bu
hissediyormusun ellerini ellerimde
gözlerin gözlerimde
okuyabilseydim kalbinin derinliklerini.
çözemediğim bir şey varrr bu gün çözemediğim! ! ! !
zaman akıyor sevgili
şimdi susmanın sırası değil
aşkla yoğrulup şekillenmenin sırasıdır
‘SENİ SEVİYORUM’

BEN SENİ BİR ACAYİP SEVDİM ANLAMAMAN NORMAL

Seni, senin anlayamayacağın bir biçimde seviyorum ben.
Benim olmak zararlı ya senin için, acı çekersin ya,
işte bilerek bu gerçeği benim olmamanı isteyecek kadar çok seviyorum seni.
Uzaklaş istiyorum kıyılarımdan,
kayalıklarıma toslama, oturma karama… açıl, açıl, açıl.
Uzaklaş benden, engin sularda ol.
Lacivert mavilere dik gözlerini.
Yosun yeşillerimden ıraklara düş.
Yunuslar eşlik etsin yol alışlarına,
hadi git artık, ne olur git.
Baştan çıkartma beni. Uğurlar olsun.
Gitmeni arzulayacak kadar deli bir kimlikle seviyorum seni.
Seni, senin anlayamayacağın bir biçimde seviyorum ben.
Hani bir baba kızar ya, öfkelenir ya hatta…
arkasında ayıplarla dolaşan evladını.
Ve ama yine de umutsuzca sever ve uzatır ya ellerini ne zaman düşse dara.
Hani hem reddeder onu evlatlıktan ve hem de ama içten içe kanar ya baba yüreği.
Kanayan içini de sever ya evladıyla birlikte.
Hayırsız, huysuz ve hatta topluma zararlı olsa da bile;
ister ya içten içe onun toplumun en mutlu insanı olmasını.
Ve hatta döner döner de bakar ya kendine:
“Ben nerede hata yaptım.” Diye.
Çocuğunun tüm hatalarından sorumlu tutar ya kendini. İşte öyle.
Sorumlulukların acı, sızı mutsuzluklarıyla…
evlatlıktan reddedecek bir inatla seviyorum seni.
Seni, senin anlayamayacağın bir biçimde seviyorum ben.
Çok ama çok uzaklarımda olduğun zamanlarda bile kimi zaman…
milimetrik ölçümlerle nefesimdesin.
Sana dokunmak kadar yakın olsan da çoğu zaman…
milyon kilometreler öteden duyulmuyor sesin.
Seni, senin anlayamayacağın bir biçimde seviyorum ben.
‘Her hareketinin sırrına varacak kadar sen olmak,
nerede ne yapacağını öngörebilecek kadar ben olmak
gerçeklerinle seviyorum seni.
Ey güzel sevgili çok sağlıklı bir beden değil artık bedenim.
Beynim de öyledir belki.
Ben bir hasta yatağını ‘sen’ sanacak kadar…
can yakan bir iğne ucuna ‘sevdalanacak’ kadar…
hastalıklı bir ruhla seviyorum seni.
Seni, senin anlayamayacağın bir biçimde seviyorum ben.
Senin bunu anlayamaman çok normal...

NEDEN
NEDEN?

Neden mutlu olmak varken sevenin sımsıcak yüreğine sığınıp..
Neden sevenin sevgisine saygı duyup çok sevildiğini hissetme varken derinden...
Olmadık sebepler yüzünden kalp kırmak neden?
Neden insan kendisini onca seven insanı hırpalamaktan zevk alır olmuş neden?
Neden aşka teslim olup yaşamak varken...
Yalnızlığı ve mutsuzluğu seçmek neden?
Neden çok seviyorum sen benim her şeyimsin dediği insanı
yarım saat gibi kısa bir zamanda hayatından silmek neden?
Nasıl olur aşk bu kadar mı kolaydır...
Vaz geçilebilirmi sevdasından maşukun..
Seni seviyorum demek bu kadar mı kolay...
NEDEN?

Hiç yorum yok: