BIR ROMAN

bir oyun muydu yaşam düşle gerçek arasında…


Burada gün be gün anlatacağım hikaye artık benim hikayem olacak.. Ancak ben bu hikayenin neresindeyim... Onu siz bulacaksınız...İki erkek kardeşin hüzünlü hikayesi... Kardeşlerin biri ölür bu hikayede ama öldüğü zaman dilimi hikayeninde başladığı zaman dilimidir... Daha sonra iki kardeş adeta aynı bedende buluşur ve yaşarlar... Bu nasıl olur mu diyeceksiniz... O halde hikayeyi iyi takip edin.... Kardeşlerin adını vermeyelim biri edi olsun diğeri büdü... Siz şimdi bir de neden Edi ile Büdü de başka bişi değil dersiniz.... Kardeşlerden büyük olan ve ölen öyle derdi de zamanında ondan... Edi büyük kardeşim adı Büdü küçüğün... Aralarında yalnızca iki yaş olduğundanda ikiz gibiler... Hikaye ile ilgili bu bilgiyi verdikten sonra biraz ara verelim... Acık yüreğimiz soğusun sonra hikayeye girelim...

GİRİŞ

Hikayeye milad noktasından başlamak daha doğru olacak...
Hikayeyi miladdan önce ve sonra diye ikiye bölebiliriz ama bizi ilgilendiren esas olarak milattan öncesidir... Edi 1956 yılında doğdu.... Büdü 1960 yılında... 1958 yılınbda doğan bir kız kardeşlerinden başka... 1964 yılında doğan ikiz kız kardeşleriyle beraber beş kardeş oldular...
Kardeşlerden üçü kızdı... Edinin en sevdiği oyun Sıvas'ta sularbaşı mahallesinde mundar ırmağın kıyısındaki bahçeli evlerinin bahçesinde o zaman var olan iki kardeşiyle beraber askercilik oynamaktı... Bu oyunda o hep komutandı tabiii... Babaları polisti... Sert mizaçlı bir adamdı... Kalın kaşçarını çatarak bakması bile yetiyordu küçük bir çocuğu ağlatmak için... yani polis baskısıyla doğuştan karşılaşmışlardı.... Büdünün en büyük merakı ise; Hemen evlerinin yanındaki kocaman arsada kelebek kovalamak ve arsanın köşesindeki evin duvarının köşe noktasında "köşe" adını verdiği yerdeki taşın üstüne oturup hayal kurmaktı... Hayal kurmayı çok seviyordu... Kafasında kurduğu renkli hayallerin içine dalıp gidiyordu... Sevdiği şeylerden biri de mundar ırmakta kayık yüzdürmekti... Nasıl mı... Kuru ağaç kabuklarından yontarak yaptığı kayığın ucuna ip bağlayıp ırmağa atar ve köprünün ortasına oturup saatlerce onu izlerdi... O anda orada değilde ırmakta yüzen kayığın içindeydi... Zatan ırmakta ırmak değil koskocaman bir okyanustu... Zaman zaman okyanusta karşılaştığı korsanlarla döğüşürdü düşlerinde... Öyle güzel düşler kurmayı başarıyordu ki... Keşke o zaman bir kamera bu düşleri filme alabilseydi...
Şimdi böyle bir giriş yaptıktan sonra biz buradan bir kaç yıl sonraya 1979 yılına gidelim ve hikayemize milad noktasından başlayalım...
Tabiii yüreğimizi biraz soğuttuktan sonra...

70'LERİN SONLARI

İkisininde ortak tutkusu tiyatroydu... Karanlığı ancak tiyatronun yırtacağına ve ışığa tiyatroyla çıkılacağına inanıyorlardı... İkisi de sosyalistti ve mücadelenin içindeydiler... Edi radikal ve illegal bir örgütün orta anadolu bölge sorumlusu... Büdü de başka illegal bir kareketin kültür sanat sorumlusuydular... Memleketlerinde onları çok gören olmazdı... Geldiklerinde bile kaşkolle yüzlerini örterek dolaşırlardı dışarda tanınmamak için... O yaz ikisi de ilk defa bir aradaydılar... Aileleri bağ evine taşınmışlar ikisi şehirdeki evde başbaşa kalmışlardı... Edi sabah erkenden kalkıp biriket imalathanesinde çalışmaya giderdi... Büdününde o sıralarda oyunu vardı ve oyunu örgütün öngördüğü il ilçe ve kasabalarda sergiliyorlardı... O ara bir boşluktu yazdı ve beraberdiler... Büdü de o günlerde kamuoyunda çok ses getiren ve o sıralarda bi kaç kez yasaklanan bir oyunun hazırlıklarını yapıyordu arkadaşlarıyla o oyunu sergileyeceklerdi... Dha sonra hatırlayıp adını yazacağım oyunun... Büdünün sergilediği oyunsa Bu devran böyle döner adlı bir güldürüydü... Aziz nesin hikayelerinden oyunlaştırılmıştı... O günler kıtlık ve yokluk günleriydi... Süleyman Demirel iktidardaydı... İkisi de silahlara meraklıydılar... Edi akşamları geç gelir ellerini yıkar sonra yere serdiği eşarbın üstünde her akşam silahını temizlerdi.... Tabiii Büdü de ona katılırdı... Büdü silahını hiç kullanmamıştı ve şarjöründe tek bir mermisi vardı... Edi neden diye sorduğunda kendim için abi derdi... Düşmanın eline geçer ve onurumu yitirirsem bu mermi kendim için derdi... Edi'nin silahı kısa dokuz mm. Brovning,Büdünün silahı makaralı takaroftu... Takarof rus malı heybetli bir silahtı... Takarofu seviyordu... Edi brovninginden vaz geçmiyordu...
O sıralarda çok olay yaşanıyor her geçen gün bir şeyler oluyor.. Birileri ölüyordu... Hemen her gün en az beş banka şubesi soyuluyor... Soygundan elde edilen paralarla halk silahlandırılıyordu... Edinin örgütü direniş koöitelerini kurmuştu ve geceleri sokaklarda devriye geziliyordu... Polis teşkilatına kadar her yerde devrimciler örgütlenmişlerdi... Polderli polisler baskın istihbaratını önceden veriyor ona görede hücre evlerinde tedbir alınıyordu... Bazan bir kahvede arama yapmak için geliniyor gelen ekibin arasında polderli bir memur varsa öncelikle onlar bizi arıyor... belimizdeki silahı elleriylşe yokladıktan sonra... Geç şöyle... Tamam komserim burda bişi yok gibi geçiştirerek onları koruyorlardı... İllegal bir örgüt toplantısından çıkılıp dağılındığında oradakilerin silahlarının hepsini Büdü taşırdı çünkü ekip arabası önlerini kestiğinde parkasının kapşonunu indirip polisler görünmesi yetiyordu çünkü babasının arkadaşlarıydı gelenler... Tanıyorlardı... Tamam geçin bu saatlere kadar ne işiniz var sorusunada Büdü ustaca arkadaşlarla hamama gidiyoruz yanıtını veriyordu... O günlerden hafızasında kalan olaylardan biri şuydu... Tüp kuyruğu vardı o zamanlar ve tüpün parası yatırılıyor ve karşılığında küçük bir makbuz veri,liyor... Tüp geldiğinde de, daha doğrusu bir zaman bu toplanan paralar işletildikten sonra depolarda stoklanan tüpler ortaya çıkıyor ve makbuzunu getirene tüpü teslim ediliyordu... Annesi de para yatırmış ama makbuzu kaybetmişti... Tüpü almak için gittiğinde evladım ben paramı verdim biliyorsunuz ama makbuzu kaybettim demiş ama onu dinlemedikleri gibi de çok saygısızca davranmışlardı... Anne bunu Edi'ye anlatmıştı... Aradan çok değil iki hafta geçti bir gece sabaha karşı büyük bir patlama sesiyle uyandılar... Tüpçü havaya uçmuş teker teker patlayan tüpler bomba patlıyor etkisi yaratmıştı... Alevler göğe yükseliyordu... Alt kattaki dükkanın üst katlarında da tüpçünün ailesi oturuyordu... Can kaybı olmamış itfaiyenin müdahalesiyle insanlar kurtarılmıştı... Çünkü patlamayı her kim çıkarttıysa itfaiyeyede haber vermişti...
........devam edecek (yüreğimiz soğusun da)

ÖLÜM NEREDEN GELİRSE GELSİN....

O yıllarda hemen hemen politik olmayan genç yok gibiydi.. İkiside devrimci ve ikisi de örgütlüydüler.. Edi Profesyonel bir oyuncuydu... Büdü ise abisinden öğrendikleri ve halkevlerindeki deneyinden yola çıkarak... Kendi oluşturduğu gurubuyla bir süre Halk Eğitim Merkezinin Küçük sahnesinde oyunlar sergilemiş... Sergilediği oyunlardaki başarısıyla tutunmuş ve artık kasabalarda ve köylerde kimi zaman kahvelerde masaların birleştirilmesiyle hazırlanmış sahnelerde bazan ilk okulların müsamere salonlarında bazende traktör römörları üzerinde oyunlar sergilemeye devam ediyordu... Genellikle politik oyunlardı.. Tiyatro amaç değil araçtı.. Kitlelere bilinç taşımak insanları aydınlatmak için bir araçtı.. Muhalif tiyatro yapıyor sergilediği oyunlarla sistemin aksayan yönlerini eleştiriyordu... Özellikle köylerde çok seviliyorlardı. Köylü onlara evlerini açıyor ekmeğini paylaşıyordu. Çünkü zaman zaman sadece oyun sergilemekle kalmıyor köylünün pancarını ve hasadınıda gurubuyla beraber saz ve halk dansları eşliğinde şenlik havasında topluyorlardı. Çünkü onun felsefesiydi bu. Halkın yaşamını paylaşmayan halkın sanatını yapamaz derdi. Köyde oyun sergilemekte seyirci bulmakta çok kolaydı. Birisi davula meydanda akşama oyun sergileneceğini ilan eder akşam bütün köy hazırlanan oyun alanına gelirdi. Oyuna gelmek ücretsizdi ama oyundan sonra oyunculardan birinin açtığı kasketiyle parsa toplanırdı. İnsanlarda gönlünden kopanı verirdi. Böylelikle bir takım masraflarda buradan temin edilmiş olurdu. Uğurlarkende köylü onları boş göndermez mutlaka taze yumurtasından peynirine kadar azıklarını yanlarına verir hatta onunlada kalmaz yufkalar ve bazlamalar hazırlarlardı. Yani Büdü'nün "Halk Sanatçısını Besler demesi doğruydu...O yıllarda hala tiyatroyu halktan koparamamışlardı ve anadoluda tiyatro halk içinde yaşayanbir gelenekti. Hala düğünlerde seyirlik oyunlar sergilenirdi. İkisi de biliniyordu ve popülerdiler. Onların bu etkinliği çok kişinin dikkatini çektiği gibi karşı devrimcilerinde dikkatini çekiyordu. Sık sık tehdit mektupları alıyorlardı. Büdüye yazılan ve kapının altından atılan bir tehdit mektubu o günkü gazetelerde yer alınca savcılık bunu ihbar kabul etmiş ifadesini almıştı.. Tabiki kimin tehdit ettiği bulunamamıştı. Mektupta yakın sesini kesmemesi durumunda zamanda ölebileceği yazıyordu... Umursamamıştı.. Ölüm nereden gelirse gelsin hoş geldi sefa geldi diyordu. Tiyatro faaliyetinin yanı sıra bir kaç arkadaşıyla birlikte çıkarttıkları "TOPRAK" adlı gazeteyede yazılar yazıyordu... Her geçen gün birileri ölüyordu zaten ve ölümler artık kanıksanmaya başlamıştı.. Hafızasından silinmeyen olaylardan biri; Bor ilçesinde bir imam kafasına sıkılan bir kurşunla ölü bulunmuştu. Ertesi gün dağıtılan bir bildiriyle olayı örgüt üstleniyordu ve imamın yatılı kuran kursu öğrencisine tacizde bulunduğu için halk mahkemesinde yargılanarak infaz edildiği söyleniyordu. O gece bir tuhaflık olmuştu abisi sabaha karşı geldi. Kapının anahtarla açıldığını duyunca anlamıştı abisinin geldiğini. İçeri girer girmez banyoya girdi ve uzun süre banyoda kaldı. Büdü abisine çay koymak için mutfaüa giderken abisinin parkasını gördü parkada kan vardı... Merak edip çıkınca sordu. Yok bişi dedi Edi. Birlikte kahvaltı ettiler. Uyumadılar uzun uzun sohbet edip tartıştılar. Sık tartışırlardı.. Aralarında görüş ayrılığı vardı. Edi çok daha radikaldi ve Devrim namlunun ucundadır derdi. Bir başka gün bir genç kızn Kırbağları denen bağ semtinde elma ağacına asılı cesedi bulunmuş, bıçakla boğazı kesilerek öldürülmüş ve gözleri çıkarılarak ağaca asılmıştı.. Bu olaydan bir hafta sonra atrı ayrı yerlerde aynı gecede beş kişi öldürülmüştü. Edi o gecede sabaha karşı gelmiş ve aynı şekilde gelir gelmez banyoya kapanıp uzun süre çıkmamıştı banyodan.. Edi'nin o sıralarda hazırlandığı oyun Aladağlı Mahoydu.. Oyun Ankara Sanat Tiyatrosunda oynanmış ve yasaklanmıştı... Büdüyse Kimdir kim bilir adlı bir oyun sergiliyordu... Oyun komediydi... Seyirci oyundaki güncel politik esprilere katıla katıla gülüyordu..

AYRINTLARA GİRMEDEN BÜDÜYE DAİR

Büdü yaşının küçüklüğüne rağmen olgun bir kişiliğe sahipti.Küçük yaşına rağmen çok önemli işler yapmış önemli ilişkilerin içine girmişti. Okumaya çok düşkündü. Bulduğu her kitabı okuyor buna rağmen bilgi açlığı çekiyordu. Okudukları üzerine düşünmeyi ve hayal kurmayı,kafasında okuduklarına kendince yorum getirmeyi ve hayatla kıyaslamayı çok iyi yapıyordu.Kendinden en az beş yaş büyük insanlarla arkadaşlık yapar, hatta zaman zaman sırf onlarla arkadaş olabilmek için kendisini olduğundan büyük gösterirdi. Böylelikle daha geniş bir bilgi alışverişi yaşıyordu. Onlardan öğrendiği kulaktan dolma bilgilerde onu geliştiriyor ve işina yarıyordu.. O günlerde okumamak ayıptı zaten. Yeni bir kitap çıksa herkesin elindeydi. Falanca kitabı okudun mu diye sorduklarında okumadım demek ayıptı. Okumakta yetmiyordu anlamak lazımdı. Çünkü kitapla ilgili tartışma yapılırdı. Şimdi insanlar okuduklarınıda anlamıyorlar. Felsefeye ve Marksist klasiklere meraklıydı. Son dönemlerde içinde olduğu siyasetin savunduğu mao zedung düşüncesine de yoğunlaşmış ve Çin kültür devrimini özellikle de Mao zedungun Yenan Forumunda yaptığı kültür sanat konusundaki konuşmalarından çok etkilenmişti. Çünkü söylediği şeyler Türkiye'ile çok örtüşüyordu. Orada söylediği en önemli şey şuydu: "Halk kültürümüz emperyalist gerici yoz kültürün kuşatması altında yok edilmektedir." diyordu. Türkiye'dede aynı durum söz konusuydu. Her şeyin içi boşaltılmaya çalışılıyordu. Kültür ve sanat üzerinde yoğun baskılar vardı. Çin Kültür Orduları baş komutanı diye nitelendirilen Lu Sun'uda kendine örnek almıştı. Lu Sun Çinde bir tiyatro sanatçısıydı ve kurduğu bir tiyatro ordusuyla (Ordu diyorum çünkü bine yakın insandan oluşan bir oyuncu birliğiydi ve her yere yetişiyorlardı) Çin kültür devriminde öncü rol oynamış bir kahramandı. Kültür sanat konusunda zaman zaman örgütüylede ters düşüyor kültüre ve sanata bakış açılarını beğenmiyordu. Mao zedung Yenan formundaki konuşmasında devrimin iki cephesi var demişti. Kalem ve kılıç cephesi...O bir üst söylem geliştirerek Türkiye'ye uyarladığında Devrimin üç cephesi var diye koyuyordu. Politik siyasal cephe,askeri siyasal cephe ve kültürel siyasal cephe.. Bu bir sacayağıydı. Birinin eksik olması durumunda olamayacaktı... Oysaki kariyerist örgüt şeflerinin Kültür cephesinin varlığından bile haberleri yoktu. O günlerde içinde bulunduğu örgüt yeni demokrasi tezini savunuyordu.. Oda yeni demokratik Kültür cephesi tezini geliştirdi. Bunu o tarihlerde cezaevinde bulunan kurucularla tartışıyor onlar tarafından kabul görüyordu ama dışardakilerle bir türlü anlaşamıyorlardı. Hatta dışarda böyle bir konuyu konuşacak yetkinlikte adam yoktu. Örgütlü olduğu için merkezi kararlara beğenmese de uymak zorundaydı.. Demokratik merkesiyetçilik denilen işin içinde demokrasi yoktu.. MK kararları tartışılamazdı. Ona göre yanlış işler yapılıyordu ve ister istemez kendisini de o yanlışın içinde buluyordu. Hiç bir şekilde alanıyla ilgili olmadığı halde aylarca dağlarda yaşamış ve kod adıyla çağırılmıştı. Oysaki o hep ben sanatçıyım kendimi kültür sanat alanında ifade etmeliyim. Benim silahım sanatım dese de... Son derece meşru bir iş yapıyorum bırakın adım duyulsun ben legal bir insanım dese de kale alınmıyordu. Zaten bir zaman sonrada örgütten dışlanacaktı. (Bu dışlanma olayını daha geniş yazacağım.) O zamanlar politik olma yaşı 14 lere kadar inmişti orta okullarda bile örgütlerin temsilcileri vardı. Devlis gibi isimlerle anılan. Ona göre devrimin gerçekleşmesi her alanda örgütlü olmak ve her alanda iktidar olmakla mümkündü.. Yani hiç bir mevzi hiç bir kale daha değersiz değildi. Hedeflenen şey demokratik halk iktidarıydı. O zamanki örgütlerin bir çoğu kariyerist bir kaç kişinin örgütünden koparak arkasına en çok yüz kişi aldığı DEÇ yani devleti ele geçirme çeteleriydi. Ele geçirseler ne yapacaklardı. Orasıda ayrıca tartışılır. Bunun mümkün olamayacağını biliyordu.. Ortada teori vardı ama buna ilişkin ne uzun vadeli bir perspektif nede ikna edici bir proje vardı ortada. Ayrıca bu işe talip olanların çoğu daha köylülüğü aşamamış Feodalizmi yıkacağız diye yola çıkıp feodalizmin kucağına düşmüşlerdi. Çünkü tabu totem toplumunun insan malzemesiydiler ve idealizme düşmekten kendilerini alamıyorlardı. Belli bir uzmanlık alanları olmadığı gibi ne iş yaparsın sorusuna bile devrimciyim diye yanıt verebiliyorlardı. Ve bunlar devleti ele geçirseler yerine çadır kuracak değillerdi ya gene devlet kuracaklardı. Bütün bunları yazının ilerleyen bölümlerinde geniş bi şekilde Edi'nin ve Büdü'nün günlüklerinden yola çıkarak açacak ve yazacağım. Şimdi ayrıntıya çok fazla girmeden milad noktasına gelmek istiyorum ve oradan başlayarak bu günlere kadar ki yakın geçmişi ve zaman zamanda flaşh back lerle geriye giderek milat öncesi yaşananları anlatacağım....

KARA HABER

O akşam Büdü'nün Halk Eğitim Merkezinde oyunu vardı tüm hazırlıklar yapılmış biletler satılmıştı... Komedi bir oyun sergileniyordu... Büdü oyunun komiğiydi.. Sahnedeki performansıyla herkesi gülmekten kırıp geçiriyordu. Halk eğitim merkezi ile jandarma alayı komşuydular... Oyunun başlamasına iki saat kadar vardı... Bir jandarma eri gelip merkeze kadar gelmesini söyleyince kaygılanarak gitti.. Neden çağırmışlardı.. Bir şey söylemediler gider gitmez ifade alır gibi sorular sormaya başlamışlardı... Önce "Edi" abin mi dediler? Evet dedi.. Ve başladılar anne adı baba adı... Büdü abisinin nezarette filan olduğunu düşündü.. Bana bu soruları neden soruyorsunuz abime ne oldu söyleyin diye çıkıştı... İfade alan astsubay sakin olun dedi.. Ve arkasından kara haberi verdi... Abin öldü.... Bu iki kelime bıçak gibi saplandı yüreğine... Nasıl oldu diye sordu anlattılar... Nerede dedi.. Cesedinin barajda suyun altında olduğunu düşünüyoruz dediler... Meraklanan ekip arkadaşları da gelmişlerdi... Orada sorulan sorulara güçlükle cevap verdikten sonra salona götürdüler.. Oyunun başlama saati geliyordu neredeyse... Oyun dedi... Hayır dediler oyunu iptal ederiz... Olmaz dedi.. Edemeyiz seyircinin haberi yok ve gelmeleri yakın kimseye bunu anlatamayız... Bu vaziyette oynayamazsın dediler.. Oynayacağım dedi.. Hem bunu Edi'de istemezdi... Kulise girip makyajını yapıyor... Gözyaşları bozuyor makyajını tekrar yapıyordu... Herkese hazırlanmasını söyledi... Ve üçüncü zil çalana kadar gözlerinden yaşlar boşalıyor müthiş bir acı ve ıstırapla kıvranıyordu. Seyirciler yavaş yavaş yerlerini aldılar.. Üçüncü zil çaldı ve oyun başladı... Antre yapıyor yaptığı esprilerle herkesi gülmekten çatlatıyor... Kulise girdiğinde hüngür hüngür ağlıyor gözyaşlarına hakim olamıyordu.. Müthiş bir duygu fırtınası içindeydi... Oyunun finalinde seyirci ayakta alkışlıyordu oyunu belkide hayatının oyununu oynamıştı o gece... Alkışlar dinmek bilmiyor... Onlar alkışlıyor. O ağlıyor... Ağladıkça alkışlıyorlar alkışlandıkça daha çok ağlıyordu... Ve bayıldı kulise girdiğinde...

KARA PAZAR

Günlerden pazardı... Ramazanın ilk günüydü.. Bu yüzden gündüz oynamışlardı oyunu... Seyirciler dağılmışlardı. Salon boştu çıkıp bir süre seyirci olmayan salonda sahnenin orta yerine oturdu.. Işıkları yaktırdı..Ekipteki arkadaşlarının şaşkın bakışları arasında bir saat kadar sahnenin orta yerinde diz çöküp sahne ışıklarına baktı.. Sonra söndürün ışıkları dedi birden.. Salonun ışıklarını yakın onları görmek istiyorum dedi.. Yaktılar salonda kimse yoktu. Boş salonu selamladı bir süre.. Sonra arkadaşlarına döndü. Annem... Babam... dedi. Onların haberi yoktu akşam olmuştu bir saat sonra ramazan topu atılacaktı. Napıcam şimdi nasıl söyleyeceğim onlara dedi. Anne babası Kayardın denen yerde bağ evindeydiler.. İkisi de rahatsızdı haberi verince dayanamayabilirlerdi... Doktor..dedi.. Doktor bulmalıyız.. Hemen çıktılar önce bir taksi buldu.. Sonra evlerinin üst katında oturan doktor müzeyyen hanımı aldı arabaya.. ama yetmezdi..daha sonra aynı zamanda uzaktan akrabaları olan Doktor Hakkı beyi aldı.. Arkadaşları başka bir araçla arkasından gelmek istediler.. hayır dedi bu onları daha çok panikletir. İstasyon caddesine dedi taksiye dayımıda alalım.. Dayısına gittiler dayı haberi alınca çok üzüldü ama kaybedecek zaman yoktu metin olmalıydı. Kayaardı bağlarına önce bir tepenin zirvesine tırmanılarak gidiliyor oradan bayır aşağı bağlara iniliyordu.. Tepeye çıktıklarında bağ evi görünüyordu.. Tepeye geldiler.. Topun atılmasına on dakika gibi bir zaman kalmıştı... Tepeden bağ evini gördü. Annesi damdaydı kayısı seriyordu dama kurutmak için.. Bekleyelim insin dedi. Beklediler. Damdan iner inmez arabalarla bağ evinin önüne kadar geldiler.. Ben arabada kalayım benide sizinle beraber görürse daha kötü olabilir dedi. Arabada şöför nazmiyle kaldı.. Datısı ve doktorlar bağ evinin eski harap avlu kapısından içeri girdi.. Orada kapılar hep açık olur açılıp girilirdi. Çok geçmedi üç yada beş dakika gibi bir zaman sonra bağ evinden feryatlar yükselmeye başladı... İçeri koştu oda.. Manzara çok kötüydü.. baba bayılmış anne krizler geçiriyordu.. Annesine sarıldı. Hakkı bey babasına müdahale ediyor sakinleştirici yapıyordu. Anneye sakinleştirici yapmak bile mümkün değildi etlerini kanatarak ağlıyor kendini yerden yere atıyordu. Aynı zamanda ezanda okunmaya başladı ve top patladı. Gecenin geç vakitlerine kadar sakinleşemediler.. Bir süre sonra bağ evi insanlarla dolmaya başladı.. Kara haber tez duyulur derler haber kulaktan kulağa yayılmıştı. ............ devam edecek (yüreğim soğusunda)

BİTMEYEN GECE

Uzun bir geceydi... Karanlıktı... Dışarısı kadar içerisi de karanlıktı... Çünkü elektrik yoktu bağ evlerinde.. İki katlı taş ve topraktan yapılmış derme çatma bağ evinin üst katındaydılar geniş bir salondu.. Salonu tavanın hezenlerinin (Kavak ağaçları aralıklı döşenmesiyle tavan yapılırdı) ortasında bir yerine çakılmış bir çiviye asılmış lüks lambası aydınlatıyordu.. Dışarı bakan pencerelerin önünde de iki adet gaz lambası vardı. Kalabalıktı duyan akrabaların hepsi gelmişti..
Ağlamalar feryatlar biraz dinmiş yerini ölüm sesizliği almıştı... Doktor müzeyyen sakinleşmesi için Büdüye küçük bir ilaç kutusu verdi minicik haplar vardı.. Günde iki tane sabah akşam almasını söyledi.. O ikisini birden almıştı.. Gözleri bir noktaya bakıyordu.. Tuhaf bir sarhoşluk içindeydi.. Göğüs kafesinde büyük bi sıkıntı vardı.. Yüreği yerinden çıkacaktı sanki.. Hava almak istedi nefes almakta güçlük çekiyordu.. Dışarı çıktı... Karanlıktı dışarısı.. Annesi bilirdi onun karanlıktan korktuğunu küçük dayısına arkasından gitmesini söylemişti.. Dayısı yanına geldi. Nasılsın yiğenim dedi iyiyim dayı dedi.. Çocukluğundan beri karanlık fobisi vardı.. Hiç bir şeyden korkmazdı ama karanlıktan çok korkardı.. Hep bahçeli evlerde oturmuşlardı.. O zamanki evlerin tuvaletleri dışardaydı. Yalnız gidemezdi.. Hele tuvaletin içine girmek tam bir işkenceydi.. Kapının önünde mutlaka biri beklerdi onu ve iöçerden oardasın dimi bekliyosun dimi diye seslenirdi hep.. O gece karanlıkta korkutmuyordu onu.. Korkuyu düşünecek durumda olmadığından mı yoksa artık korkmanın yararının olmadığını mı düşünüyordu bilinmez ama korkmuyordu... Aşağı indi bağın içinden geçen arktan su çarptı yüzüne buz gibiydi... Az sonra yukardan ablası seslendi.. Annem çağırıyor dedi.. Yukarı çıktı. Annesi kuran okumasını istiyordu.. 8 yaşında kuran öğrenmiş 10 yaşına gelincede hatim indirmişti... İçeri girdi annesi oğlum hadi abdest alda bize kuran oku dedi.. Abinin ruhu için.. Söylenileni yaptı abdest aldı.. Salonun orta yerine rahlesini koyup yasinden başladı.. Arkasından nisa ve Bakara... yasindeki ses ahengini seviyordu.. O gün daha bir duygulu okudu ağlamaklı bir sesle ama duygulu okuyordu.. Sabaha karşı bitirmişti... Dinleyenlerde kendisi de çok yorulmuştu artık.. Birazda içtiği hapların etkisiyle olacak gözleri kapandı... Sabah baraja gidilecekti onun hazırlıkları konuşuluyordu... Çünkü daha ortada ceset yoktu... Suya atıldığı sanılıyordu.. Ve bu aynı zamanda bi umuttu.. Hep an bir yerden çıkıp gelmesi de bekleniyordu.. Kimse onun ölmüş olacağına inanmak istemiyordu.. Birden uyandı bir ara odadakiler şaşırdılar abi abi diye sesleniyordu... Görmüştü abisi gelmiş camı tıklatıyordu.. Penceredeydi.. Gördüm onu gördüm pencerede geldi geldi diyor başka bişey demiyordu.. Güçlükle sakinleştirdiler ve tekrar daldı.. Uyumuştu...

SU YILANI

Kimse doğru dürüst uyumamıştı sabahın olmasını iple çekmişlerdi... Sabah arabalara binildi ve baraj gölünün kıyısına gidildi.. Gölün kenarı balçıktı... Jandarmaya göre ona ait bulguların olduğu yere gittiler hep beraber.. O suyun içinde bir yerlerdeydi... Çok çeşitli yöntemlerle arama yapılıyordu.. Bağ kuyusunun çengeline uzun bir ip bağlanarak suya atılıp dip taranıyor... Uzun sırklarla suyun içi araştırılıyordu... Su çamurluydu dip görünmüyordu... Büdüyü uzak tutuyor ve kolluyorlardı suya girmesinden korktuklarından... O dalmak istiyor bırakmıyorlardı... Yüzme biliyordu dalarsa bulacağını düşünüyordu... Saatler geçti.... Akşam oldu ve bütün aramalara rağmen yoktu hala... Hava kakardı, yapılacak bir şey yoktu şehirdeki eve döndüler... Yine sessiz bir bekleyiş başladı... Eve gelen gidenin haddi hesabı yoktu... Büdü Kalabalık geldiğinde tek başına bir odaya kapanıyor kimseye görünmek istemiyordu. Çünkü her gelen yeniden alavlendiriyordu ateşi... Her gelenle beraber yeniden ağlaşmalar başlıyordu... Büdü odasına kapanıyor çıkmak istemiyordu... İki nedeni vardı bunun biri örgütsel nedendi fazla insana görünmek istemiyordu... Diğeride sevmiyordu her gelenin sakinleşmiş ortamı yeniden ağlamalara ağıtlara karıştırmasını... O gece bir öncekinden daha uzundu ama bu defa yorgunluktan olacak uyumuştu.. Sabah annesi kahvaltıya uyandırdı erkenden.. Hadi oğlum kalk kahvaltı et dedi... Duş alıp kahvaltı yapı sonra yine hep beraber göl kıyısına gideceklerdi... Aklına valikten yardım almak geldi... Devletin bir dalgıç teşkiletı olabilirdi... Siz gidin ben sonra gelecem dedi... Ablası bende kalıyım seninle dedi.. Olur dedi ona ve birlikte valiliğe gittiler... Vali devletin dalgıç teşkilatı yok ama Adana da böyle bir şey var orasıyla bir irtibat kurarız ama gelmesi üç günü bulur dedi... hayal kırıklığına uğramıştı... Ablasıyla bir taksiye binip göl kıyısına gittiler... Yine aynı ilkel yöntemlerle aramalar sürüyordu... Bir ara yere çökmüş suya dalmış gözlerle bakıyordu ki uzaklardan bir su yılanı geldi... Yılanın renkleri dikkatini çekmişti... Üst tarafı yeşil alt tarafı kahve rengiydi iki renkliydi yılan şaşırdı sonra bağlantı kurdu. Edi kahverengi pantolonunun üstüne yeşil gömlek giyerdi... Ona hiç uymadığını söylesede benim aykırılığım nerden belli olacak bırak uymasın derdi... Yılan kıvrıla kıvrıla geldi ve bir noktaya doğru dalmaya başladı... Bir kez daldı çıktı bir daha dikildi ve tekrar ok gibi o noktaya daldı... Birden yerinden fırlamasıyla yılanın daldığı noktaya dalması bir oldu arkasından bağırışıyorlardı. Yakalayamadılar ve mani olamadılar o anın heyecanıyla dalmıştı yılanın işaret ettiği yere.. Sanki Edi'nin ruhuydu o ve yılanda bedenlenmişti yerini gösteriyordu... Dibe indi suyun altında gözlerini zor açıyordu... Bir karaltı gördü ama soluğı yetmedi... Suyun yüzüne çıktı nefes aldı uzun bir solukla ciğerlerini iyice doldurduktan sonra tekrar daldı... Bu defa karaltıya yaklaşmıştı.. üç metre kadar derindeydi.. Eliyle yokladı.. Eli onun eline değdi... Elinden tutmasıyla şişmiş cesedin takıldığı yerden kurtulup su yüzüne doğru hareketlenmesi bir oldu... Birlikte su yüzüne çıktılar... Kıyıya kadar götürdü onu... Kıyıda sonkez baktı ona ve kendinden geçti... Bayılmıştı...

ALNINDAN ÖPERKEN DUDAKLARI YAPIŞTI SANKİ ETİNE...

Onun cansız bedeni az sonra gelen ambulansa konup morga kaldırılmıştı.. Büdü hala kendinde değildi... Gözünü açıp kendine geldiğinde evdeydi... Ediyi sordu hemen o nerede dedi.. Morga kaldırıldı dediler.. Savcılık el koymuştu olaya.. Zaten olay yerinde askerlerde bekliyordu orası jandarma bölgesi olduğundan jandarma bekliyordu... Çıkarıldıktan sonra otopsi için morga kaldırmışlardı.. Görmek istiyorum son bir kez dedi... Yarın görürsün diyerek yatıştırmaya çalıştılar... Ceset çıkarıldığunda gözleri hala bağlıydı... Bedeninde kurşun yaraları vardı... Muhtemelen kaçırılıp oraya getirilmiş ve gözleri bağlanarak kurşuna dizilmişti... Olayı kimlerin yaptığı belli değildi... İfade vermesi için ailedeki herkesi savcılığa çağırdılar... Düşmanı varmıydı kimlerden şüpheleniyorsunuz gibi sorular sordular... Büdü ifadesinde bu soruyu vardı diye cevapladı... Onun yüzünü bile görmediği tek kelime konuşmadığı nilyonlarca dostu vardı... Ama bir o kadarda düşmanı var dı dedi... Kimler dedi savcı... Faşistler dedi Büdü.. Faşistler... Ve karşı devrimciler... Emperyalizmin yerli uşakları,işbirlikçiler dedi... Senin olayın etkisiyle sinirlerin bi hayli bozulmuş genç adam dedi savcı... Bu söylediklerini zapta geçmeyeceğim duymamış oldum var sen git istitahat et kendini topla dedi... Çıktı ordan eve geldi... Ertesi gün cenazeyi morgdan teslim alacaklardı... Bütün gece aklından onunla yaşadıklarını geçirdi... Aklına çok küçükken onu basit bişi için üzdüğü ve kalbini kırdığı ona bağırıp hakaret ettiği geldi birden... Canı yandı vicdanı sızladı... Keşke dedi keşke böyle bişi yaşanmasaydı ve ben bu güne kadarki o kadar güzel şeyin içinden bunu hatırlamasaydım... Canı yanıyordu... Başka şeyler düşünmeye başladıysada başaramadı... Uzun uzun ağladı sadece ağlamak istiyordu. Kim demiş erkekler ağlamaz diye saatlerce hüngür hüngür ağladı odasına kapanıp... Ve öylece uyuyakaldı... Sabah heyecanlıydı... Takım elbisesini giydi onun yanına iyi gitmeliydi.. İyi görünmeliydi ona.. Traş oldu hazırlandı ve babasıyla beraber çıktılar... Babası oğlum onun yanında üzüldüğünü belli etme güçlü olmalısın dedi... Etmeyeceğim dedi... Evet güçlü olacaktı oda üzülmesini istemezdi... Cenaze yıkama yerine gittiler... Yıkanmıştı sadece kefenlenmeden görmeleri için bekliyordu.. Birer tas su atacaklardı üzerine usul böyleydi... Alt kata açılan bir kapıdan içeri girdiler... İçerisi loştu... Edi soğuk taşın üstünde öylece yatıyordu... Çırılçıplaktı bedeninde kocaman dikişler vardı... Gözleri kapalıydı... Önce babası eline tası alıp kazandan aldığı suyu onun başından ayaklarına kadar döktü... Sonra Büdü aldı tası başından ayaklarına kadar döktü... Bunu üç kez tekrarladı... Sonra alnına öpmek için eğildi... Dudaklarını değdirdiği yer soğuktu ve sanki adeta dudakları etine yağıştı... Doğruldu sonkez baktı.. Hadi dedi babası çıkalım artık... Çıktılar... İkindi namazında camiye getirdiler cenazeyi... Tören yapıldı cenaze namazı kılındı... Çok kalabalıktı... O kadar kalabalıktı ki bazan tabuta bile yaklaşamıyordu... Binlerce insan vardı sloganlar atılıyordu... Binlerce insan oraya onu uğurlamaya gelmişlerdi... Mezarlık yakındı tabut omuzlarda yürüyerek ve sloganlar eşliğinde gidildi mezarlığa... Derin bir çukur kazılmıştı. Tabuttan kefenlenmiş bedenini çıkarıp çukura yatırdılar.. Sonra bir hasır kondu, sonra tahtalarla üstü kapatıldı yatay bi şekilde konmuştu tahtalar ve üzerini toprakla örtttüler... Herkes sırayla küreği eline alıp çukurun kenarındaki biriken toprağı çukura atıyordu... Mezarlıkta yapılan törenden sonra eve geldiler... Artık o iyice yoktu... Çok değil bir hafta önce birlikte mutfaktaki masada karşılıklı oturup kahvaltı etmişlerdi... Hayat doluydu o gün yaşıyordu... Oysa şimdi yoktu... Bunları düşünerek akşamı etti... Akşam evde kalabalık olmuştu... Kuran okunacaktı.. Ailede iki hoca vardı hocalar rahlenin başına oturdular... Oda yanlarına oturdu.. Biri amentüyü okudu.. Bitirir bitirmez Büdü rahleyi kendi önüne çekti ve hayatında olmadığı kadar duygulu ve içli bir şekilde "yasin" okudu.... İnsanlar onu şaşkınlık ve hayranlıkla dinliyorlardı... Uzaktan gelen akrabalarıda vardı... Bitirdikten sonra biri kulağına.. Biz seni böyle bilmezdik dedi... Şaşırmışlardı... Annesi araya girdi... Okur dedi o hep okur bana dedi... Çünkü çocukluğundan bu yana annesi hep okumasını isterdi.. Oda bunun annesini mutlu edeceğini bilir ve okurdu... Ama özellikle o gün çok duygulu okumuştu ve herkese kuran böyle okunur işte dedirtmişti belkide...

SEVDALARI VARDI İKİSİNİNDE...

İkisi de yakışıklı gençlerdi.. Popülerdiler yaşadıkları şehirde.. Hem popüler bir devrimci hem de popüler birer sanatçıydılar... Büdü aynı zamanda müzisyendi... Edi spora düşkündü iyi bir basketbolcuydu... Bu yüzdende hayranlık duyulan gençlerdi... Yürekleri sevgiyle doluydu ikisinin de... Ama en büyük aşkları tiyatro ve devrimdi... Bu düzen değişmeden bireysel mutluluğu kendilerine yasaklamışlardı.. Ama kızlar öyle düşünmüyorlardı..
Halk eğitim merkesinde bir provadan sonra Büdü kantine ısınmaya girmişti... Orada biçki dikiş kursu gibi kurslar açılıyordu ve o kursun kız öğrencileri de kantine gelip çaylarını içerlerdi... Mevsim kıştı Beton bina kolay ısınmıyordu o yüzden en sıcak yerde kantindi... Kantine ısınmak ve çay içmek için girdi.. Açık kahverengi ayaklarına kadar uzanan paltosununu çıkarttı askıya astı... Ceketinin altında koltuk altı kılıfındaki takarof ceketi açıldıkça ortaya çıkıyordu... Uzun boylu esmer bir genç kız yanına geldi... Size bir şey söylemek istiyorum dedi... Şaşırmıştı ama buyrun söyleyin dedi.. Kız onu tenha bir yere çekti ve... Benim bir arkadaşım var dedi ad S.......y o sizi çok beğeniyor ve size aşık sizinle tanışmak istiyor dedi... Edi şaşırmıştı daha öncede bir kız arkadaşı olmuş ve o ilişkisi onu çok üzmüştü tekrar böyle bir şey yaşamak istemiyordu... Pekala çok istiyorsa tanışalım dedi... Kız tamam ben ona söyleyeceğim yarın saat 16 da biz kurstan çıkacağız salonda olursanız oraya gelir dedi... Ertesi gün denilen saatte gitti boş salonda sahnenin önünde dikilip beklemeye başladı.. Az sonra salonun kapısından yeşil gözlü sarışın... Emel Sayın benzeri boylu boslu ve çok güzel bir kız girdi... Kız ürkek adımlarla yanına yaklaşıyordu... Onu cesaretlendirmek için buyrun hoş geldiniz dedi.. Hoş bulduk dedi kız... Sonra sahnenin önünde ve ayakta iki saat kadar havadan sudan konuştular... İkisi de baskı altındaydı.. Kızınki mahalle baskısı... Büdününki de örgüt baskısıydı... Onun için bütün kadınlar "bacı" idi ne diyecekti kıza şimdi... İlişkilerini onurlu yaşaması öğretilmişti ona... O zamanki devrimciler şimdinin gericileri kadar tutucuydu... Böyle bir şeye karar verirse... Ancak onunla evlenebilirdi... İki sat sonra ayrıldılar... Hoşlanmıştı kızdan... Akşam annesine söyledi... Adını soyadını söyleyince annesi bildi... İsteriz oğlum dedi... Acele etmeyin dedi annesine benim de danışacağım yerler var... Örgütlüydü ve böyle bir konuda örgütün de haberi olmalıydı... Bölge sorumlusuyla konuştu ertesi gün durumu... Onlarda başka yerlere iletecek ve kendisine sonucu bildireceklerdi... Ancak örgüt izin verirse olabilirdi... Daha önce kolay olmuştu... Önceki ilişkisinde örgütlü değildi... Ama şimdi izin alması gerekiyordu... Aradan bir hafta geçti... Beklediği haber geldi.. Kızın makyaj yaptığı ve burjuva özentileri olduğu ve evliliğinin mücadesine zarar vereceği eğer sorumluluk üstlenirse olabileceği söylendi... Ben sorumluluğunu alıyorum dedi.. Hiç bir şekilde mücadelemin önünde engel olmayacak diyerek onunda bir sempatizan olduğunu kazanabileceğimi anlattı ikna oldular... Akşam eve geldi annesine isteyebileceklerini söyledi... Annesi yanına teyzesini de alarak istemeye gittiler... Çok iyi karşılanmışlar... Evet demiş ailesi gelenek üzere haftaya erkekler gelsinler söz keselim demişler... İşte tam da ertesi gün söz kesilecekti ki Edi'nin haberi geldi... Onun toprağa verildiğinin ertesi günüydü... Sabah daha kahvaltıdan kalkımışlardı ki kapı çaldı... Annesi kapıyı açar açmaz hışımla bir genç kız daldı içeri... Telaşla bütün odaları arıyor çığlıklar atıyordu... Yalannnnn diyordu yalannnn yalan söylüyorsunuz... O ölmedi ölemezzzz... Hayır burda o... Nolursunuz bana ölmedi deyin diye feryat ediyordu... Edi'nin sözlü olduğu kızdı... Daha iki ay önce söz yüzükleri takılmıştı.... Büdü ölümünden üç gün önce... Abi belkide iki düğünü bir arada yaparız diyordu... Kızı zorlukla yatıştırdılar... Bu olaydan üç ay sonra astsubay olan babası başka bir ile tayin edilip gidecekti... Ama hayatı boyunca bu acıyı da beraberinde götürecekti...

MİLAD....ÖLEN HANGİSİ...

Edi' nin toprağa verildiğinin gecesiydi... Babası Büdü'ye oğlum şimdi bağ evine gidecez orda T... amcanla R.... abin bekliyorlar İstanbul'dan geldiler ve seninle konuşmaları lazım dedi... Bir taksiye binip bağ evine gittiler... T.... amcası emniyet amiri R.... abisi de MİT mensubuydu... Bağ evinin bahçe kapısından girip evin üst katına çıktılar... Ordaydılar ikisi de... Otur dediler Büdü'ye... Şaşırmıştı ortada olağanüstü bişi vardı kendisiyle konuşacakları bu kadar önemli şey neydi acaba... Merak ediyor ama bişi soramıyordu... Amcası otur oğlum dedi... Türkiye'de önemli şeyler oluyor elbette sizlerde bu ülkenin gençlerisiniz bu olaylardan uzak kalamıyor mutlaka içinde oluyorsunuz ama bir aileden iki erkek evladın yok olmasına izin veremeyiz... R... abin hemen senin durumunu araştırdı... Bir çok şeyle suçlanıyorsun... Dosyan bir hayli kabarık ama henüz yakalaman çıkarılmamış birazda bizi seven dostlarımız el altından durdurup bizi bilgilendirdiler... Onun için de biz aramızda bir karara vardık... İki gündür de bunun hazırlığını yapıyoruz.. Evet hepimizin acısı büyük ağabeyini bu gün toprağa verdik... Bunun acısını sindiremeden ikinci bir acı yaşamayalım... Abin temiz görünüyor şimdilik... Bu arada zaten burada sizi çok insan tanımıyorlar ve hep birbirinize karıştırılırsınız... Abin yerine sana ölüm raporu düzenlendi ve senin nufus kağıdını evelsi gün nufusa teslim ettik... Artık abinin hüviyetini kullanacaksın... Bunu duyduğunda çok şaşırmış ve ne diyeceğini bilememişti... adeta dondu kaldı... Dili tutulmuştu sanki... Abisi yaşayacaktı ama kendisi ölmüş olacaktı... Onlar buna sadece bir nufus kağıdı değişikliği gibi bakıyorlardı... ama öyle değildi... Bunu iyice düşündünüz mü önünü arkasını iyice değerlendirdiniz mi diye sordu... Amcası düşündük dedi... Zaten buraya geçen yıl baban emekli olunca geldiniz burada çok kişi sizi tanımaz... Uzun bir süre buradan uzaklaşman ve gelmemen gerekecek o kadar... Yada mümkünse hiç gelmeyeceksin dedi... O anda aklında S.... geçti ona ne diyecekti nasıl anlatacaktı bunu... Örgütle irtibatını bilmiyorlardı onlara ne diyecekti... Kafası karmakarışık olmuştu... Bizi dinlemelisin dediler... Her an Türkiyede bir darbe olma olasılığı da var dedi R... abisi... Oradaki toplantı gecenin geç saatlerine kadar sürdü... Gece T.... amcası ve R... abisi bağ evinden kapıda kendilerini bekleyen siyah chevrolet marka arabaya binerek terkettiler... İstanbul' a dönüyorlardı... Kapıya çıkıp onları uğurladıktan sonra babasıyla yalnız kaldılar... İçeri girmişlerdiki bir duygu patlaması oldu sinirleri bozulmuştu... Yatağa kapanıp ağlamaya başladı... O anı hayatının sonuna kadar unutmayacaktı... Babası yanına uzandı ve tıpkı bebekken yaptığı gibi elini sırtına sokup kaşıyarak rahatlamasını ve uyumasını sağladı... Bebekken de öyle uyuturdu onu... Sanki bebekliğine dönmüştü birden.... Kendinden geçti ve uykuya daldı...

VEDA..
Sabah bağ evinden şehre döndüler... İşim var deyip ayrıldı babasından... kayabaşında bir örgüt evinde en yakın dostu ve yoldaşı H.... oturuyordu... Ona gidecekti... Evin önüne geldiğinde arkasına baktı takip edilmiş olabilir mi diye... Kimseler yoktu... Kapıyı çaldı... H.... açtı kapıyı ve içeri aldı... Sarıldılar uzun uzun duymuştu olanları... Küçük yerdi orası haber çabuk duyuluyordu... Başın sağolsun dedi... Yoldaşlar sağolsun dedi... İyi ki geldin dedi benimde sana bir haberim var...Bölge sorumlusu bu akşamüstü sanat enstüsünün karşısındaki kahvede seni bekleyecek seninle görüşmesi lazımmış dedi...Olur görüşürüz beni seninle paylaşacaklarım var dedi Büdü...Dur ben çay koyayım dedi... Az sonra çaylarını yudumlayarak sohbete başladılar... Büdü içini dökmek ve biriyle paylaşmak istiyordu anlatmaya başladı olanları... H... ye güveni sonsuzdu... Ser verir sır vermezdi... Kimin yoldaşıydı... İ.K. ne işkenceler görmüştü... Karın üstünde kilomatrelerce yürütmüşler ayak parmakları donmuş.. Kesmişlerdi de yine konuşmamış bir yiğitti... Örgütün kurucusuda oydu... İ.K.. yı örnek almıştı kendine H... Gece olanları anlattı... Zor bir durum senin için dedi H... Gerçekten zor bir durum iki hayatı birden yaşayacaksın... ne birinden ne diğerinden geçebileceksin dedi... Bunun sonraki yaşamında kendisine neler getireceğini bilemiyordu... Birden bire dört yaş büyümüştü üstelik... Nufus kağıdında 5 Marttı ama o 9 Şubatta kutlayacaktı doğum günlerini... Peki S.... ne olacak dedi... Bilmiyorum dedi... Tam bunları konuşurken kapı çaldı... Bir an irkildi Büdü... Nede olsa örgüt eviydi her an her şey olabilirdi... H.... Kapıya baktı kapıdaki adamla duyulmayan bir şeyler konuştuktan sonra Büdü'nün yanına geldi tekrar.. Büdü merakla sordu kimdi dedi... Önemli değil bizim polisler dedi... Yan dairede polder'li polisler oturuyordu onlardan biriymiş... Bir süre daha sohbet ettiler akşam oluyordu ben kalkayım ancak giderim dedi... Evden çıktı bayırdan aşağı doğru indi... Bir süre caddeden yürüyerek Sanat Enstitüsünün karşısındaki hahveye gitti. M... gelmemişti daha bir çay söyledi kendisine kahvecide sempatizandı ve saygıyla yaklaşarak çayını getirdi.. Çayını bitirmemişti ki M... girdi içeri... Dipte bir masaya oturdular... Lafa başlar başlamaz bölgeyi terketmen gerekebilir dedi... Neden ne oldu diye sordu... Senin hücrenle irtibatlı dört yoldaşımız alındı dedi işkence görüyorlar çözülürlerse iyi olmaz.. Her ihtimale karşı bölgeyi terketmende yayrar var dedi... Seni Kocaeline alacağız orada sana gerekeni sağlayacaklar dedi... Bu haber büsbütün canını sıkmıştı... Saklayamazdı gece olanları ona da anlattı... Bunu ailede bilen üç kişi var hançerli ve seninle beraber beş dedi başka bilen yok... Tamam daha iyi isabet olmuş dedi M.... Peki S... ne olacak ben onu düşünüyorum üç gündür görüşmedim bile dedi... Görüşme dedi M... Devrimcilerin zaafları olmaz... Amaç için her şeyden vaz geçebilirsin günü gelince dedi... Aile Ankara'ya gitmemi istedi dedi... Hayır Kocaeline gideceksin dedi... Ne yapacağını bilemez halde oradan uzaklaştı... Eve doğru yürürken aklından S... ye bir mektup yazmayı geçirdi... Ama mektubu kim ulaştıracaktı... Tekrar H... ye gitti çıkmamıştı evdeydi... Kapıyı açtı hayırdır dedi... Bir solukta anlattı ona ieçri girdi... Bana bir kağıt kalem ver dedi... H... nin getirdiği kağıda S... ye hitaben buralardan gitmesi gerektiğini ve unutması gerektiğini... Bunu yapmak zorunda olduğunu ve üzülerek yazdığını ama başka çaresinin olmadığını daha fazla açıklama yapmasınında imkansız olduğunu yazarak katlayıp H... ye verdi. Ben yarın 17 arabasıyla gideceğim bunu ben gittikten sonra ulaştır dedi... Evden ayrılıp evine doğru yürürken tesadüf bu ya yolda onları tanıştıran arkadaşıyla karşılaştı kızın... Sana ne oldu S... çok üzülüyor sana ulaşamıyor dedi... Şimdi sana bişi anlatamıyacağım olayları biliyorsun yarın saat 17 den sonra benden haber beklesin dedi... Böylece ona da haber göndermiş oldu... Eve gitti gece yarısına kadar hazırlıklarını yaptı... Günlüğüne bir şeyler yazdı o gün ve uyudu...

YOLCULUK

Sabah uyanıp kahvaltısını yaptıktan sonra (kahvaltı en sevdiği şeydi.) Akşam yola çıkacağı için herkesle vedalaşmaya çıktı.. Tek tek dolaştı bütün arkadaşlarını önce aynı orkestrada müzik yaptığı arkadaşlarını N... yi,L... yi, S... yi daha sonra Birlikte tiyatro yaptıkları K...,T....,M....,A...,Y.... yi gördü. Sonra akrabalarını ve bulabildiği yoldaşlarını ziyaret etti ve hepsiyle uzun uzun vedalaştı belki de bir daha yüzlerini göreneyecekti bir çoğunun... Sonra eve geldi eski ablasıyla yeni hesaba göre de kız kardeşiyle vedalaştı.. Sonra ikiz kız kardeşleriyle... Birini bir dizine oturttu diğerinid diğer dizine... Bir saat kadar konuştu onlarla... Ne derdiniz ne isteğiniz olursa ben size mutlaka adres vereceğim önce bana söyleyeceksiniz dedi... Tamam abi dediler ikisi de... Uzun uzun koklaştı kardeşleriyle onları çok seviyordu.. Emeği vardı üzerlerinde.. Bebekken az biberon tutmamıştı ikisine de... Tekne kazıntısıydılar... Anneleri kırkında doğurmuştu onları ve o yüzden aralarında çok yaş farkı vardı. Hareket saati yaklaşıyordu valizlerini aldı annesi ve babası garaja kadar geleceklerdi... Yakındı garaj evlerine... Garaja geldiklerinde K... teyzesi ve N... dayısı da oradaydı... Hepside yolluk yapmışlardı... Yolluk yapmak bir gelenekti ama bu gelenek çok gerilerde kalmıştı... Eskiden yürüyerek yada develerle gidildiğinden tepsilerle börekler ve bolca yiyecek verilirmiş yolcunun yanına... Gideceği yol topu topu sekiz saatti... Bir ayda bitireceği kadar yiyecek getirmişlerdi... H.... de gelmişti yolcu etmeye... Ben gidince vereceksin değil mi mektubu dedi... Evet vereceğim dedi H..... Ne kadar acıydı.. Sevdasından vaz geçmek zorunda olmak... Ailesi İstanbul'a gittiğini biliyordu... Orada halası ve amcası vardı... Söylemedi onlara ama o Kacaeline gidecekti... Zaten İstanbul arabası kocaelinden geçiyordu... Biletini İstanbul'a almıştı ama Kacaelinde inecekti... Orada karşılayacaklardı onu... Otobüsün hareket saati gelmişti.. Herkesle kucaklaştıktan sonra otobüsteki yerine oturdu... Pencereden bakıyordu... Babasının yüzünde öyle bir acı ifade vardı ki... Yıllar sonra bile babasının resmi o son resim olarak kalacaktı aklında... Otobüs hareket etti eller sallandı... Yola çıkmıştı işte... Otöbüs Bağların arasından geçip il sınırına yaklaştığı zaman son kez bakıyor gibiydi yaşadığı şehre... Otobüs Barajın yanından geçerken daha çok duygulandı... Sessiz sessiz ağlıyordu... Ağlaması dursa da yüreği ağlıyordu sessizce...

YENİ GÜN YENİ HAYAT

Otobüs ip gibi uzayıp giden yollardan ilerliyordu.. Kestirmişti biraz... Sabaha karşı yaklaşmışlardı Kocaeline... Güneş doğmak üzereydi güneş doğacak ve onun için yeni bir günle birlikte yeni bir hayat başlayacaktı... Artık fazladan dört yıl daha yaşamış olacak ve onun birikimlerini ve yaşadıklarınıda kendi yaşamına ekleyerek yaşayacaktı... Yani ben+ben olacaktı... Kıymetli şeyleri evdeki büfenin gözlerinden birinde saklıyorlardı Edi'yle beraber... Büfe deyince bilmeyeniniz vardır belki... Eskiden büfe "misafir odası" nın en vazgeçilmez ve en zor eşyasıydı... Çocukluğunda sedirler ve saomyalardan ibaretti mobilya denen şey... Sonra koltık takimi,bir orta sehpası,iki sehpa bir puftan oluşan bir takım haline geldi... Bu takımın konduğu odayaysa "misafir odası" adı verilir genellikle kapalı durur misafir geldiğinde kullanılırdı... Onlar abi kardeş bu konuda evde bir devrim yaparak o odayı her zaman kullanılmaya açtılar... İşte o odada genellikle içinde incik boncuk kristal ve gümüş takımların fincanların bardakların sergilendiği büfenin alt gözlerinden birini kendilerine ayırmışlardı... İki anahtarı vardı ve ancak ikisi açabiliyorlardı... Yandaki göz ise kızalara aitti.. Onlarda kendi özel eşyalarını oraya koyuyorlardı... Yola çıkmadan önce büfenin kendilerine ait gözünü boşaltmıştı yanındaki en değerli şey ikisininde ayrı ayrı tuttukları günlükleriydi... Abisinin günlüğünü ilk defa okuyacaktı... Birbirlerinin özelini açıkta bile olsa karıştırmazlardı... Bunları düşünürken muavin kocaelinde inecekler hazırlansın dedi... Otobüsün yolcu indireceği yerde karşlılayacaklardı onu... Otobüs durdu... Aşağı indi karşılayacak olanları o tanımıyordu ama onlar onu tanıyorlardı.. Daha önce Devyol dergisinde ve bir çok gazetede resimli haberleri çıkmıştı... Muavin bagajdan eşyalarını çıkardı.. Bavulları kaldırıma koymuştu ki... İlk defa gördüğü iki genç geldi yanına... Merhaba dedi biri... Merhaba Edisiniz değil mi dedi... Evet dedi... İllegalite gereği onlara gelenin adı nasıl söylenmişse öyleydi ve hemen Edi olarak bildirilmişti adı... Yeni hayatı böyle başladı... İlk defa bu adla hitap edilmişti kendisine biraz garipsedi ama alışması gerekiyordu.. Evet "ben" im dedi... Buyrun dediler az ilerde bekleyen arabaya taşıdılar bavullarını... Sonra büyük bir apartmana geldiler.. Üçüncü kata çıkıldı. Burası Kenanların eviydi.. İçeri girdik ailesiyle yaşıyordu Kenan Babasının akaryakıt istasyono vardı... Varlıklı bir aileydi.. Bir süre oradan buradan sohbet ettik... Güzel bir kahvaltı hazırlamışlardı... Daha sonra yorulmuşsunuzdur istirahat edin dediler... Gürhan müsade isteyerek ayrıldı... Salondaki çekyatı açtılar hazırladılar... Orada uyudu...

YENİ EVE GELEN EŞYALAR...

Ertesi gün sabah erkenden uyandırdılar salondaki masaya güzel bir kahvaltı hazırlanmıştı.. Kenan kızkardeşi babası annesi masaya oturdular... Aileside demokrat insanlardı ve bana çok saygılı davrandılar... Kahvaltıdan sonra eşyalarını da topladı.. Kenan yeni evimne yerleşeceğini evin hazır olduğunu söyledi... Biz bi eve gerekecek her şeyi temin ettik hocam ama sizin özellikle istediğiniz bir şey var mı dedi... O tarihlerde bilgisayar yoktu... Yazılar daktiloyla yazılıyordu. Ve o el yazısı karekteri olan daktilolarla yazmayı seviyordu... Onlardan bir tane ve bana bol miktarda kağıt lazım dedi... Bir de kaynak kitaplara ihtiyacım olacak. Tamam dedi Kenan Kitaplar kolay daktilo ve kağıt içinde bakacağız... Bir arabayla Kocaelinin yukarı taraflarında Santral mahallesinde bayır bir sokağa gittiler.. İki katlı ahşap bir evin alt kat kapısından girdiler. Ev sahibi üst kattaydı bir çaput parçasına bağlı kocaman bir anahtarla geldi... Eski bir kapıyı açtılar ve avlu içinde bir eve girdiler... Kenan ev sahibine onu takdim etti... Hocam oturacak evde dedi... Hoş geldiniz dedi ev sahibi ve evi methetmeye başladı. Salondan denizi görebilirsiniz dedi... Baktı ama deniz filan görünmüyordu... Görünmüyor dedi... Olurmu efendim gelin buraya dedi... Pencerenin önünde hazır duran sandalyeyi göstererek... Çıkın şunun üstüne dedi... Sandalyenin üstüne çıktı... Ne görüyorsunuz dedi... Evet adam yalan söylememişti... DEniz görünüyordu... Evde sadece yere serilmiş halılar vardı... Biraz sonra daha önceden haberli olsalar gerek ki... Oniki genç geldiler... Kenan hocam ben gideceğim arkadaşlar sizinle beraberler evinizi akşama kadar eksiksiz yapacaklar dedi... Örgütlü olmanın böyle bir avantajıda vardı... Eğer örgüt içinde bir saygınlığınız varsa rahat ediyordunuz... Hatta bazan evlerindeykende kış için kömürleri gelir annesine yardım ederler kömürünü odununu taşırlardı... Burada da öyle oldu... Birazdan dağıldılar... Sonra ya tek tek yada ikisi bir arada birlikte taşıdıkları bir eşyayı getirmeye başladılar... Neler yoktu ki... Koltuk takımı,yatak,yorgan,orta sehpası,bir eski sandık,bir çalışma masası,pencerelere perde, hatta akşamüstü bir tanesi sevinçle elinde el yazısı yazan bir daktilo da getirmişti. Eşya taşıma işi gecenin saat üçüne kadar sürmüştü ama evde de eksik kalmamıştı... Bunlar nerden geliyor nereden aldınız diye soramazdı. Sormadı da... Onlar getirmekten oda yerleştirmekten yorulmuştu karınlarıda acıkmıştı gençlerden bir çoğu vedalaşıp evlerine gittiler... İki genç yemek yapmak için kaldı... Bakkaldan ekmek yumurta ve margarin alındı... O gün içindi ertesi günden sonra bir ay yetecek kadar gıda malzemesi ve temizlik malzemesi gelecekti... Büyükçe bir tavaya bir büyük margarini erittikten sonra on tane yumurta kırmışlardı... Hayatında yediği en yağılı ve aynı zamanda da en lezzetli yemekti... Yemekten sonra diğerleri de gittiler... Yatağına uzandı kalın yorganı üzerine çekti ve valizden çıkarttığı günlükleri okumaya başladı...

MERHABA YENİ GÜN

Sabah Kocaeli'ndeki yeni evinde yeni güne merhaba dedi... Kahvaltısını yaptıktan sonra biraz daha yerleştirdi evini... Pencerenin önüne masayı yerleştirip üstüne elyazısı yazan daktilosunuda koyduktan sonra birde çay doldurup, ağızlığına taktığı birinci sigarasını tüttürmeye koyuldu... Bu arada düşünüyordu hepsi hepsi 15 gün içinde o kadar çok şey yaşamıştı ki sindirmeye çalışıyordu... Tek tek gözümün önünden geçiyordu tüm yaşadıkları.. S.... yi düşündü... Umutlanmıştı.... Evleneceklerdi... Sonra bunun için erken olduğunu acele ettiğini düşündü... Evlilik bize göre değil dedi kendi kendine... Sonra Edi'yi yani "kendini"i düşündü... Dalıp gitmişti... Bir de son zamanlarda içinde olduğu hareketle olan çelişkilerimni düşündü... Rahatsızdı burada olması bile yanlıştı... Yada bu biçimde olması yanlıştı. Kendisini kendi alanıyla beraber ifade etmeliydi. Kültür Sanat konusunda anlaşamıyordu... Gecenin bir vaktine kadar bir ev hazırlanmıştı... Nasıl yaptıklarını sorduğunda "örgütledik" diyorlardı... Örgütlemek halk adına el koymak, başka bir deyişle kamulaştırmak yada daha açık biçimde çalmak... Bütün bunlar onu rahatsız ediyordu... Hazır düzenini kurmuşken daktilosunu açıp yazmalıydı... Kağıt taktı... Bir şeyler yazmaya başladı ama eksikler vardı yetmeyecekti... Yazmadan önce bir kez daha okumak ve değerlendirmek istedi... Oturup bir kaynak kitap listesi çıkarttı.. Öğleden sonra Kenan'la buluşacaktı listeyi ona verecekti ve temin etmelerini sağlayacaktı... Özellikle kurtuluş savaşını ve sonrasını iyice araştırmalıydı.. 1921 londra konferansında alınan kararlar,Lozan... Tek partili dönemde hazırlanmış olan kültür reformu programı... Halk evleri... Köy enstitüleri.... Geleneksel Tiyatro... Köy seyirlik oyunları... Cevdet Kudret ve Metin And' ın kitapları gerekebilirdi Kültür Bakanlığı yayınları basmıştı o zaman oradan bulunabilirdi... Gerekiyorsa birini İstanbul'a gönderecek ama bu kaynakları bulacaklardı. Yeni Demokratik Kültür Cephesi diye bir müsvette yaptı ve aklındakileri not etti... Öğleden sonra Kenan'la buluştu Marmara kıraathanesine gittiler... Marmara Caddesinde büyük bir kafeydi burası daha çok öğrencilerin geldiği modern bir kafeydi... Orada bir çok arkadaşla tanıştı... Bir çoğu tiyatro çalışmasına katılacak olan arkadaşlardı... Kenan orada bir tiyatro çalışmasının içindeydi ve oda bunun için buradaydım zaten... İsmet Küntay'ın "evler evler" oyununu seçmişlerdi.... Bir hafta sonra toplanacak ve çalışmalara başlayacaklardı... Kenan' a listeyi verdi bu kitapları temin etmelerini söyledi... Tamam hocam yarın hazır bilin dedi.. Gençler kendi yaşlarında birinin bunca başarı göstermesini ve profesyonel anlamda tiyatro yapıyor olmasını çok sevmişlerdi ve çok saygılıydılar... Hepsi sabırsızlanıyordu... Bir an önce çalışmalara başlayalım diyorlardı...

EĞİTİM ŞART
Kocaeli!ne gelirken takarof'unu teslim etmişti.. Çünkü bölge değiştirirken teslim edilmesi gerekiyordu. Bu gün Kenan yenisini getirdi.. Takarof'u çok seviyordu görfünüşü çok güzeldi... Yenisi 7.65 lik bir smid wessondu... Topluydu... Güzel duruyordu ama takorof gibi değildi.. Silahları çok seviyordu.. O günlerde halkın silahlanmasını ve silahlı devrim tezini savunuyorlardı... Köylerden şehirlere şehirlerin zaptı diyorlardı... İşçi ve köylü öncülüğünde demokratik halk devrimi tezini savunuyorlar... Ülkeyi yeni sömürge olarak belirliyorlardı.. Onun düşünceleri farklıydı... Çoğu yerde çelişiyorlardı ama örgüt disiplinine ve örgütsel kararlara uymak zorundaydı.. Sorumlularından alacağı talimatlar emirden daha keskindi... Üçer kişilik hücreler halinde örgütleniyorlardı.. Burada yeni bir hücreye dahil olmuştu.. Hücredeki her bireyde ayrı hücrelerde sorumluydular aynı zamanda... Haftanın belli günlerinde önceden belirlenen yerlerde toplanılırdı.. Gündem hazırlanır ve saatler süren bir toplantı ve tartışma olurdu üç kişi arasında... Gündemin değişmez maddelerinden biri eleştri özeleştiri... sonra eğitim,üretim,ve eylem gelirdi... İlk madde de sırayla herkes genellikle eleştri olamayacağından özeleştri verirdi... Ama o her toplantıda eleştrisini de yapmaktan geri kalmazdı... Özellikle kendi alanı ve konumuyla ilgili itirazları vardı... Silahları çok seviyor olmakla beraber.. Benim sanatım silahım ve ben sanatımla katılmalıyım bu kavgaya diyordu... Sanat konusundaki bakış açılarını da eleştiriyor ve estetik kaygısından yoksun slogancılığı da sanat olarak kabul etmiyordu... Lenin sanat edebiyat üzerine yazılarında partinin göreviyle sanatın görevini ayırmıştı... Sanat yol gözterir parti hedef gösterir diyordu.. Oysaki partili sanatçılar yaptıkları işlerde slogancılık yapıyor ve hedef gösteriyor dolayısıyla kendilerini parti yerine koymuş oluyorlardı... Tiyatro devrim yapacak değildi... Parti sanatçıyı sınıfsal ideolojiyle donatır diyordu... Sonrasında devam ediyor ve sanat özgür ortamlarda gelişir sanatçı özgür olmalıdır diyordu. Ressam resim yaparken elini tutamıyorlar ve fırçayı nasıl kullanacağını tarif edemiyorlardı ama tiyatro yada müzik öyle değildi sözlere ve kelimelere müdahale edebiliyorlardı... Ayrıca sanatçıyı kendi alanından koparıyorlar ve gelişmesinin önüne set çekiyorlardı... Burada da ona burdaki insan malzemesiyle tiyatro yapmasını dayatıyorlardı... Gurupta seçilmiş 20 kişi vardı ve hepsini toplayıp seviyelerini ölçtükten sonra bu kadroyla amatörce bile olsa tiyatro yapmak mümkün değil oyun çıkartmak yerine sıkı bir eğitimden yanaydı.. Ama hayır bir an önce bir oyun çıkarın ve oynayın deniliyordu... Daha öncede yaşamıştı bunu insan malzemesini örgütün içinden verecekleri için Türkçesi kıt ve ağır doğu aksanı olan kişileri vermişlerdi o zamanda itiraz etmişti... Bunu daha sonra Büdü'nün günlüğünden ayrıntılı olarak aktaracağım... İlk hücre toplantısında bunu dile getirdi. Ekipteki gençlerin desteklediğini de söyleyince uzun olmamak kaydıyla eğitim için izin verdiler... Kaynak kitaplar temin edilmişti... Bu eğitim sürecinde aynı zamanda ekibiyle birlikte estetik anlayışınıda sorgulayabilecekti... Gençler çok heyecanlıydılar... Oyunu yanlış seçilmişti hatta kendi kendilerine rol dağıtımını bile yapmışlardı.. O gelmeden önce kenan başkanlık etmişti onlara oyunu o seçmişti... Böyle oluncada başrolünü de kendisi kapmıştı... Hep öyle olur amatörlerde... İşin başını çeken en iyi rolü altından kalkabilse de kalkamasa da kendine alır... Kenan'da öyle yapmıştı... Bir kez okudular bu dağılımla oyunu... Kenan asla bu rolü oynayamazdı... Distürbüsyon doğru değil dedi... Duygusal davranıyorsunuz... Ayrıca eğitim meselesi hallolmadan oyunda yok... Ve oyundan vaz geçildi duruma göre başka bir oyun bulunacaktı gerekirse... Toplantıyı tatil edip eve gitmek için sabırsızlanıyordu zaten... Bir koli kaynak kitap getirmişlerdi... Örgütlü olmanın böyle bir avantajıda vardı.. Proleterdiler.. Bireysel mülkiyet söz konusu olamazdı her şey kamunundu... Bu sayede çok kitap okumuştu ama hiç kitap sahibi olmamıştı... Başka konularda da öyleydi... Hiç bir ihtiyacı yoktu gerçekten ihtiyacı olan yani lüks olmayan her ihtiyacı karşılanıyordu... Güzel bir paylaşım ve dayanışma vardı aralarında... Yoldaşlık sevgisi ise bambaşka bir şeydi... Kardeşten daha ileriydiler...

TARTIŞMA SÜRECİ

Bir yandan eğitim çalışmalarını devam ettirirken diğer taraftan kolay kotarabileceğimiz birde oyun yazmaya girişmişti.. "Kerevizyon" adlı bir oyun yazıyordu... Oyun televizyon programlarını konu alan ve eleştiren komedi tarzında epizotlardan oluşuyordu... Kerevizyon seyirciyi keriz yada aptal yerine koyan o zamanlar aptal kutusu diye adlandırılan ve daha yeni olduğu içinde karıncalanması bile izlenen televizyonu eleştiriyordu... Daha yeni girmişti televizyon hayatımıza o yıllarda.. Televizyonun Türkiye'ye girmesi ve yaygınlaşması ne tesadüfki halk muhalefetinin yükselmeye başladığı yıllara rastlar... Lükstü o zamanlar televizyon ve her evde yoktu... Olanlarınsa misafiri çoktu... Mahallenin televizyon olmayan komşuları kendilerine yakın buldukları televizyon olan evlere misafir olur kökler yada dallas dizilerini izlerlerdi... Türkiye'de daha dizi çekilmeye başlanmamış yabancı diziler takip ediliyordu... Özellikle'de Dallas seyirciyi ekrana bağlamayı başarmıştı... Kötü Ceyar.. İyi Babydi... Oyunda işte o zamanın televizyon programlarını eleştiren bir oyun olacaktı... Bu arada gerek oyun çalışmalarında gerekse derslerde katılanlar Büdü'nün anlattıklarından etkilenmeye başlamışlar kafaları karışmıştı... Büdü Yeni Demokratik Kültür Cephesi tezini bitirmişti... İllegal bir belgeymiş gibi pelür kağıtlara yazdığı tezinin bir kopyasınıda okunması ve değerlendirilmesi için MK (merkez komite) göndermişti... Tezin ana fikri; tek başına evrensel kültürün havada kalan bişi olduğunu ulusalı olmayanın evrenselide olamayacağı için... Ulusalı evrensel bir dünya görüşüyle yorumlayıp.. Geleneksel halk kültürüne ve anadolu kültürüne sahip çıkıp onu geliştirmek olduğunu anlatıyor ve kültürün ulusaldan evrensele gelişeceğini yerelden başlayarak yereli ulusala ulusalı da evrensele taşımak gerektiğini vurguluyordu... Mao zedung'un Yenan Forumundaki saptamasına bir üst söylem getirerek devrimin üç cephesi olduğunu 1-politik siyasal cephe 2- askeri siyasal cephe ve 3- Kültürel siyasal cephe olarak ifade ediyordu... Tabanda bu anlayış kabul görmeye başlanmıştı ve tartışılıyordu... Ancak merkezi kabul görmesi önemliydi elbette... Onun içinde yaklaşık son bir yıldır bu konuyu aktarmak ve tartışmak üzere muhatap arıyor ama bulamıyordu.. Daha önce İstanbul'dan birisi gelmiş sabaha kadar tartışmışlar ama sonuç alamamışlardı. Sonra kendisine başka bir randevu verilmiş ve daha randevu aşamasında randevunun bile ilkesel olarak tarzının yanlış olduğunu sanatçının bu biçimde örgütlenmesinin doğru olmadığını anlatmıştı. Randevu için gün ve saat tesbit edilmiş yer belirlenmişti.. Ancak ne gelecek olan nede kendisi gelecek olanı tanımıyordu.. O her kimse feneryolu tren istasyonuna gelecek Büdünün elinde bozuk para onun elinde hürriyet gazetesi olacak.. Gelen saat kaç diye soracak oda saat 14 diyecek böylece anlaşmış olacaklardı... Karşı çıkmasına rağmen bu randevuya gitmişti... Orada buluştuktan sonra fikirtepe'de bir gecekonduya gittiler.. Orada daha öncedende halk ozanı olarak tanıdığı biriyle görüştürdüler.. Görüşme ve tartışma bir hayli hararetli geçti... Ama bir türlü ikna olmuyorlardı... Slogancılık yapmaktan vaz geçmeye niyetleri yoktu.. Hatta dahada ileri giderek Büdü'yü burjuva olmakla bile suçlamışlardı... Israrla sözlü tartışmalardan sonuç alamayınca 36 sayfalık bir tez haline getirip sunmuştu... Gelecek cevabı bekliyordu...

DIŞLANMA

Tartışmalar giderek büyüyor ve tabana yayılıyordu.. Derslerde gençler anlatılanları benimsiyor ve tezlerine katılıyorlardı. Bu aralar İstanbul'dada bazı platformlarda kabul görmeye başlamıştı.. Yeni Demokratik Kültür Cephesi tezinin kabul görmeye başlaması birilerini de ciddi anlamda rahatsız etmeye başlamıştı.. Önce bölge sorumlusundan üstü kapalı uyarılar aldı.. Ama cevabı aynıydı ve değişmeyecekti doğru bildiğini sonuna kadar savunacaktı.. Doğruydu ve doğru bir taneydi.. Sana göre doğru bana göre doğru diye bir şey yoktu ve olamazdı.. Tartışma yoluyla ikna edecek birikim olmayınca başka bir yol seçtiler.. Bir gün MK dan gelen biri örgütün kararını tebliğ etti.. Bölge sorumlusuyla beraber o vatandaşla parkta buluştular sarı bıyıklı iri yapılı yiğit bir delikanlıydı.. Bir araya geldikleri anda lafı dönderip dolaştırmadan hemen konuya girdi..
"Senin bu savunduğun görüşler bizi ve partiyi bağlamaz bunlar burjuva görüşlerdir sen bir burjuvasın partiye dil uzatıyorsun üç güne kadar bölgeyi terket bundan sonra senin hiç bir etkinliğin partiyi bağlamaz.. Üç güne kadar bölgeyi terketmezsende olacaklardan sorumlu değiliz." Diyerek bir tehditte bulunmayı da ihmal etmedi. Bu ona Nazım Hikmet''in partiden ihraç edilme tebliğinin bir sarhoşa yaptırılışını ve kendisine tahsis edilen matbaanın elinden alınışını hatırlattı.. Ne yazık ki tarih böyle hatalarla doluydu..
Üç gün daha evde kalacak sonra terk edecekti.. Akşam eve gittiğinde aynı avluya bakan başka bir örgüt evindeki gençler sahip çıktılar ve geri adım atmamasını güvenliğini sağlayacaklarını ve bölgeyi terk etmemesini söyleyerek sahip çıktılar.. Evet gitmeyecek ve ne pahasına olursa olsun doğru bildiğini sonuna kadar savunacaktı. Sonunda infaz edilmekte olsa...
Oradaki ve İstanbul'daki tezlerine inanan ve savunan insanlarla yeniden örgütlenmek üzere girişimlerde bulundu.. Hemen karar verdiler yeni bir dergi çıkaracak ve o dergi etrafında yeniden örgütleneceklerdi... Ancak bunu yapacak paraları yoktu paranın bir araya gelmesi zaman alacaktı... Hemen bir kampanya başlattılar kısa zamanda kağıt ve baskı için gerekli parayı toplamayı başardılar... Cağaloğlunda küçük bir yer buldular Büdü'nün grafik ve sayfa düzenlemesi konusunda yeteneği vardı.. Kendi yaptıkları ilkel bir ışıklı masada dergiye konacak resimleri ve yazıları filme aldırım astrolom üzerine montajını yaparak ilk sayının çıkmasını sağladı...Bir aylık bir hazırlıktan sonra dergilerinin ilk sayısını çıkarttmış oldular.. Etrafındaki insan sayısı da giderek artmaya başlamıştı... Dışlandığı örgütün taraftarları her ne kadar onlara kültür sanat takıntılı psikopatlar gurubu adını da taksalar bu onları yıldırmadı.. Ama o gün bir kaç ay sonra bir darbe olacağını ve sadece üç sayı dergi çıkarttıkları için örgüt kurmaktan idamla yargılanacağını o gün bilemezdi...

Hiç yorum yok: