YAZILARIM

GELİNCİĞİ ÖLDÜRMEK


Anadolu halk kűltűrűnde öyle hikayeler vardır ki, bu kűçűk hikayelerde derin bir felsefe bulursunuz. Bunlar hayata dair önemli dersler vermek adına yazılmış, yada anlatılmış ve bu gűne kadar kulaktan kulağa gelmiş gűclű mesajı olan hikayelerdir. Gelinciği öldűrmekte bu hikayelerden biridir.

Bu hikayeyi Brűksel’de yaşadığım yada bana yaşatılan olaylardan etkilendiğim için alıntıladım. Sonra da bu hikayeyle yaşadıklarımın ne kadar çok örtűştűğűnű gördűm. Hikaye yazamayan yada hikaye okumamış zavallıların bu hikayenin mesajını algılayıp algılamayacaklarını bilemem elbette…

Hikaye şöyle.. 

Zamanın birinde bir anadolu köyűnde hamile bir kadın, tarlada çapa yaparken, yaralı bir gelincik bulur. Gelinciği alır yarasını sarar ve evde beslemeye başlar. Gel zaman git zaman gelincik iyileşir, kadına bir kedi yavrusu gibi alışır evcilleşir ve evde yaşamaya başlar.

Nihayet kadınında doğum zamanı gelir, çocuğu doğurur. Aradan bir kaç ay geçer. Gelincik evde bebekle kalabilmekte kimseye ve hiç bir şeye zarar vermemektedir. Bir gűn kadın çocuğu evde bırakıp alışverişe gider.

Alışveriş yapıp eve döndűğűnde birde ne görsűn, gelinciğin ağzı kanlar içinde. Kadın gelinciği ağzı kanlar içinde görűnce öfkelenir, bebeğe zarar verdiğini dűşűnűr ve eline geçirdiği bir tavayla vura vura gelinciği öldűrűr. Tam o esnada içerden bir bebek ağlaması duyulur. Kadın içeri girdiğinde bebeğin sağlıklı olduğunu görűr. Bebek beşiğindedir ve beşiğin hemen yanında başı parçalanmış kanlar içinde bir yılan vardır.

Burada anlatılan şey, bazan hayatta öyle şeyler olur ki; bunlar sizin kafanızda kurguladığınız kurgulara uymaz. Hani bir deyim daha var. “Doğmamış çocuğa don biçilmez” diye. Burada ne yazık ki doğmamış çocuğa don biçmek çok yaygın. Karşısındaki insanın niyetini bilmeden onunla ilgili kurgular yapanlar, hűkűmler verenler o kadar çoktur ki; Bir deyim daha şöyle der; “yaralı parmağa işemezler” evet bunlar yaralı parmağa işemeyenlerdir. Hani şifa olacağını bile bile ve űstelik bedava bir şeyken yaralı parmağa işememek hainlikten başka bir şey değildir. Aynı insanlar o yaralı parmağa işemedikleri insanın parmağı iyileştiğinde, yani durumu iyi olduğunda kıçını öpmekten de geri kalmazlar. Kişiliksizliğin ve komplekslerini yenememenin en belirgin örneğidir bu durum. 

Burada bir bakandan cok kolay randevu alır ve görűşűrsűnűz, hatta başbakanla, kralla bile görűşebilmeniz műmkűn, ama hasbelkader bakana danısmanlık yapan bir Tűrkiye’li hemşeriniz, sizi çok sevip saydığını ama sizinle görűşmeye ayıracak zamanının olmadığını söyler ve görűşemez, ulaşamazsınız. Oysa ki onun konusu gereği ulaşılacak olan sizsinizdir. Ȕstelik bunlar bir de bu toplumun içinden çıkmış politikacılardır. Vizyonu olmayan politikacılar. Burada bir deyimi daha hatırlatmak isterim. ”Gűn gelir, çark döner, hesap döner.”

Daha önce toplumdaki Duning Kruger etkisinden alıntılayarak ”yeni haber“ gazetesinde yazdığım makalemde belirttiğim « kifayetsiz muhterislik » durumu maalesef yaygın bir hastalık ve bu hastalık buradaki insan malzemesini ne yazık ki virus gibi sarmış durumda. Tabi ki bunda sorgulamayan, araştırmayan, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmuş, inanç toplumu faktörűnűn de payı var. Insanlar bu nedenle sonuçları bekleyemiyor. Hele de karşısındaki gűçsűzse ve zayıfsa. (yada öyle sanıyorlarsa) Bencil, çıkarcı ve peşin hűkűmlű oluyorlar. Buda ne yazık ki toplumsal anlamda telafisi műmkűn olmayan bűyűk ve kalıcı zararlara yol açıyor. Toplum giderek mongollaşıyor. 

Bir suredir “birlikte yaşamak, birlikte calışmak” konulu bir çalışmaya katıldım. Geçtiğimiz cumartesi gűnű de Flaman kűltűr bakanı, sayın Brigitte Grouwels tarafından çalışmaya katılanlara “oskar”ları verildi. Oradaki birlikte yaşamaktan kastedilen Belçika’da bulunan onlarca ulustan ve milliyetten insanların kendi bilgi birikimini, yeteneklerini ve kűltűrűnű paylaşarak. Cok uluslu, cok kűltűrlű, çok dilli, multi kűltűrel çalışmalar yapabilmesi ve Avrupa kűltűrűnden de beslenip, bu çeşitliliği ve zenginliği harmanlayarak ortak ve evrensel bir yaşam kűltűrű oluşturması. Cűnkű kűltűrler yöreselden ulusala, ulusaldan da evrensele doğru gelişir. Ama gelin görun ki; Bu ulusal tolulukların içinde birlikte yaşamayı beceremeyen tek topluluk biziz. Biz Tűrk kökenliler. Biz daha kendi ulusal kűltűrűműz ve kimliğimiz konusunda net değiliz. Cumhuriyet kűltűrű desek, cumhuriyet kűltűrű bűyűk bir saldırı altında ve yok edilmeye çalışılıyor. “Demokrasi istemezűk, seriat isterűk” diyen bir gűruh var Tűrkiye’de. Devrimci değerler, evrensel değerler ne yazık ki, dibe vurmuş durumda, Kabul görműyor benimsenmiyor. Biraz Turancılık, hatta mikromilliyetçilik, hemşericilik, daha çokta űmmetçilik geçer akçe olmuş. Ortaklaşabilmemiz műmkűn değil. Çűnkű bűyűk bir kűltűrel kaosun ortasındayız. 

Zaten bűyűk bir kesim, inanç toplumu özelliğiyle cemaatçilik yapıyor. Çűnkű Tűrkiye’de rűzgarın yönű şimdilik böyle, o yűzden coğunluk gűce tapan ve gűçlűden yana olmayı seçen insanlardan oluştuğu için en azından rűzgar yön değiştirene ve “şapka dűşűp kel görűnene kadar” şimdilik bu durumdalar. Yandaşlık ve yalakalık almış başını gidiyor. Bilim ve sanat dibe vurmuş durumda. Hatayı boyunca bir tek kitap bile okumamış, okumaktan adeta nefret eden bir insan yumağından ibaret bir toplum oluşmaya başladı. Cehalet giderek örgűtlű bir şekilde yűkselirken. Sizin kitabınız var, o size yeter diye dayatıyor. Gelin görűn ki bir çoğu söz konusu kitabı bile bir gűn merak edip te okumuş değil. Okusa da anlamıyor zaten. Ama sorarsan ben cahilim. Gecenlerde bu tayfadan biri yűzűme karşı söyledi.. “Cehalet denizinde yűzűyorsun sen” dedi. Bir sohbette daha önce sormuştum. Son bes yılda kaç tane kitap okudun ? Dedim. Dűsűndű, resimli romanlar sayılır mı ? Dedi. Hayır dedim. O zaman hiç. Dedi. Niye okusunlar, ne gerek var ki… Bunlar okumasa da oluyor vahiy geliyor zaten, içlerine doğuyor. 

Ne yazık ki böyle kötu bir zamana geldik. Entellektűel seviye giderek dibe vurdu. Cehalet artık bir ayıp değil meziyet oldu. Tűrkiye’nin entellektűel birikimi giderek hızla tűkeniyor. Eli kalem tutan yazan çizen insan sayısında giderek ve hızlı bir eksilme var. İyiyi, doğruyu yazan kalemler de su anda ya içerdeler, yada bir şekilde susturuldular. Meydan kiralık kalemler ve paralı askerlere kaldı. Belki de asıl kıyamet alameti dedikleri de budur. Kıyamet kopmasa da bir şeyler kopacak bu gidişle… 

Anadolu’nun binlerce yıllık kűltűrű ve zenginliği yok sayılıyor ve giderekte yok ediliyor. Devlet eliyle açılan kűltűr merkezi kapanma noktasına geldi. Cűnkű zaten içinde kűltűr yoktu. Anadolu kűltűrűnűn Yunus Emre’den, Mevlana’dan, tasavvuf edebiyatından ibaret olmadığını anlayamayan kafalar hristiyan mahallesinde “helal” satmaya çalıştılar. Oysa ki Anadolu’da yaşamış onlarca medeniyetin bıraktığı öyle zengin bir kűltűr birikimi var ki o topraklarda. Bunun farkında bile değiller. Bilimden bilimsellikten ve sanattan çok uzaklar. Ama sorarsanız her kes her şeyi biliyor, hem de en iyisini biliyor. Aslında bildiği şey. Bildiğini sandığı şey, bildiği değil inandığı şey. İnandırmak o kadar kolay ki, yeter ki suyuna suyuna gidin… Hani yine bir deyim var “bildiği yanıldığına yetmez” diye.. İnandığından bir dikiş öteye gitmiyor. Cűnkű doğru sadece onun doğrusu. Yani “ilahi” doğru. Onun űstűne başka doğru yok.

Bu yűzden Tűrk toplumu Avrupa’da özellikle de Belçika’da bölűk pörçűk. Sorarsan höşgörűden demokratlıktan filan bahseder ama beş kişi bir araya gelipte bir iş yapamaz. Neyse ki űç kişiyle dernek kurulabiliyor. Bu űç kişilik dernekler hani yine bir deyim var ya; “baş başa bağlıdır, başta padişaha” hesabı federasyonlara bağlı. Devlet bu federasyonları bu derneklere şemsiye olsun, onları altında toplasın, korusun, kollasın, destek versin diye dűşűnműş ama federasyonlarında űç beş kişilik yönetimleri var ve her şeyi onlar “kendi zagonuna göre planlıyor” Yalnız elleri biraz sabunlu anlaşılan ki bazan bűyűk işlerin “şak” diye fırlaması ve elden kacması da műmkűn. Derneklerin bu birliklerde söz hakları da yok. Onlar sadece dolgu malzemesi. Sayısal çoğunluğu sağlıyorlar. Bu bezirgan federasyoncuların işleri Belçika devletinin kaynaklarını hortumlamak. Bu biraz da ulus olarak bizim genetik özelliğimiz. Biz ulusca devletten çalmayı severiz. Seçtiğimiz yöneticileri bile en iyi hırsızların arasından seçeriz. 

Baska bir deyim daha var. “Adam yiyor ama yesin kardeşim işte yapıyor.” 


Mongol Bir Topluma doğru Hep Beraber Elele(1)


Toplum giderek daha cok Mongollaşmaya basladı.
Düşünmeyen toplum yaratılmak isteniyordu ve başarıldı….
Fakirleştiriliyoruz, aç bırakılıyoruz, muhtaç bırakılıyoruz…
insanların tek düşüncesi geçim derdi olsun diye, başka birşey düşünmeyelim diye, bile bile fakirleştiriyoruz…
Muhtaç bırakılıyoruz, halka iş vermesi gerekenler sadaka gibi yardım veriyor,
insanlar yardımlar kesilmesin diye,
kısacası AÇ KALMAYALIM diye, oylarını satıyorlar!
Yalnızca oyunu mu ?
Namusunu, onurunu, kişiliğini, kimliğini, benliğini satıyor!.
Bunun etini satmaktan ne farkı var ?
Düşünmesinler diye, düşünemesinler diye!
Yandaş basınıyla, medyasıyla hızlı bir şekilde yapay gündemler yaratılıyor.
İnsanlar öyle yapay ve sunni meselelerle oyalanıyor ki…
Sırf düşünemesinler diye.. Önlerini göremesinler diye..
Gündem saptırıyorlar, arkasından istedikleri gibi at oynatıyorlar.
Siz düşünmeyin, sizin adınıza biz düşünürüz diyorlar.
Başarıyorlar da…
Korkutuyor, sindiriyor, susturuyorlar.
Ve büyük bir çoğunluk, düşünemiyor, düşünmüyor.
Düşünemeyen insanın koyundan ne farkı var ??
İslamcıların dillerinden dűşűrmediği ve çok dile getirdikleri bir dua vardır.
Burada bir açıklama yapacağım bakınız “islamcılar” diyorum.
Müslümanlar yada islamlar demiyorum. Bizim samimi müslümanlarla işimiz yok.
İnançlarla da işimiz yok. Bizi hiç mi hiç ilgilendirmiyor.
Kim neye inanmak istiyorsa ona inanır.
Burada islamcılardan kastımız islamı ideoloji haline getirmiş olan din tacirleridir.
Din bezirganlarıdır. Dini siyasete ve ticarete alet edenlerdir.
İslamı pazarda okkayla satanlardır.
İnsanların inançlarını santimle ölçenlerdir.
Yeterince anlaşıldıysa biz duamıza gelelim.
Bu duayı bilmeyeniniz yoktur. Allah kimseyi yoklukla terbiye etmesin derler…
Ama yoklukla terbiye eden Allah değil. Amerikan uşağı yöneticilerdir.
İktidara geldikleri gűnden bu yana yarattıkları dilenci kűltűrűyle fakirleştirdikleri, yıllardır uyguladıkları içi boşaltılmış, bilime degil de inanca dayalı eğitim sistemleri, hurafeleri ve cahil sohbetleriyle hem ekonomik olarak hem de bilgi fakiri yaptıkları toplumu bu yolla yani açlıkla terbiye ettiler.
Toplumun kimyasıyla oynadılar ve sonunda mongollaştırdılar.
Artık düşünmeyen, sorgulamayan, okumayan, araştırmayan
Mongol bir toplum var.
Düşünmeye, sorgulamaya, araştırmaya okumaya da ihtiyacı yok çünkü ona sorarsan o her seyi biliyor cahil olan sensin…
Ayrıca zaten bu dünya bir imtihan ve her şey bir yalan, esas olan öbür dünya,
öbür dünya denilen yer nasıl bir yerse, başka bir dünya için çalışıyorlar, onlar çalışadursun onları bu hurafe çukuruna iten egemenler yani yönetenler malı götürüyorlar, çalışmak darken de sadece ibadet etmek, sohbetleri dinlemek yetiyor…
Bu durum yönetenlerin de işine geliyor, toplum ne kadar bilimden, kültürden uzaklaşırsa, ne kadar cahil kalırsa o kadar kolay yonetilir. Daha doğrusu o kadar kolay güdülür.
Bir kilo makarna, bir kilo bulgura oy alabilmeleri bundandır.
Bunu yaparken de kullandıkları şey halkın inancıdır, dindir…
Allah, din, peygamber diye uyuşturdukları, mongollaştırdıkları toplum sayesinde
Servetlerine servet kattılar,
Halkın olan ne varsa sattılar..
Köprüler, otoyollar, bankalar, fabrikalar birer birer satıldılar.
Toplum giderek mongollastığı için her şeyinin satıldığını, tüketildiğini, ülkenin nasıl yağmalandığını göremedi, göremiyor..
Küçük çıkarlar uğruna, Karın doyurmak, sistemden çöplenmek uğruna gözlerini yumdular.
Padişahım çok yaşa dediler hep bir ağızdan.
Demeye de devam ediyorlar..
Ȕmmetçilik politikası onları padişahın kulları haline getirdi. Erdoğan´da bunun meyvelerini topluyor nasıl olsa halkın büyük çoğunluğu ona padişahlık vermiş sesini çıkartmıyor.
Her firsatta padişahım çok yaşa diyor.
Yaptığı onlarca yolsuzluğu, hırsızlığı, hukuksuzluğu, ihaneti görmüyor göremiyor.
Padisahlık diyorum cünkü demokrasi diye bir şeyden bahsetmek mümkün değil. Osmanlı devlet geleneği bütün kurumlarıyla ülkeye hakim oldu. Tek bir ses çıkıyor. Her şey Erdoğan´ın iki dudağının arasında o ne derse o oluyor.
Tıpkı padişahlar gibi değil mi? Astığı astık, kestiği kestik.
Boyuna halka ecdadımız masalları. Osmanlıya övgüler düzen masallar pompalıyor, onları bu masallarla uyutuyorlar.
Kurtuluş savaşı döneminde de bu yobazlar, işgalcilerle işbirliği yapıyor. Din elden gidecek hilafet yıkılacak diye yaygaralar kopartıyorlardı.
Şimdi de aynı terane bir tutturmuşlar 20 yıldır dinimizi yaşayamıyoruz diye..
Yasayın kim diyor size yaşamayın diye. En cok camiyi Cumhuriyet döneminde inşa ettiniz. İstanbul´da her yüz metrede bir cami var. Hala her firsatta inanç sömürüsü adına yenileri yapılıyor. Çamlıca´ya Taksime cami yapıyorsunuz ya işte daha ne?
İbadethaneleriniz açık. Siz ibadet ettiniz de, etme diyen mi oldu.
İnanc kişiseldir Tanrıyla kul arasındadır. Herkesin inancı kendine.
Ama yoooooookkk siz inancı ideoloji haline getirdiniz, işte mesele de bu…
Hesap başka… Dünyayı islam yapacaksınız ya… İslam için cihat…
Din savaşlarını yeniden başlatmak sizin derdiniz…
Avrupa´nın göbeğinde Brüksel´de bile kiliseden çok cami var.
Yüze yakında cami derneği var.
Hala nereye nasıl cami yaparız onun derdindesiniz,
Birisi de çıkıp demiyor ki, okul lazım, eğitim lazım,kultur lazım, sanat lazım …
Sırf Türkiye´de rüzgar bu yönden esiyor diye
Sırf yalakalık dalkavukluk olsun hükümete yaranalım diye….
Dalkavuk bir halkın lavuk politikacısı olur..
Onlarda aman bir cami açılışı olsun da arz-ı endam edelim, boy boy resimler çektirelim.
Aman ha muhafazakar kesime şirin görünelim derdindeler. 
Efendiler…
Akıllı olun…
Cahil ve aptalsınız, Beyinleriniz örümcek bağlamış sizin.
İnancınız size zalimden yana olmayın diyor ama siz hala zalimden yanasınız.
Her zaman da zalimden yana oldunuz…
Dönüp bir bakın ecdadınıza nasıl iktidar uğruna, hilafet uğruna birbirlerinin başlarını kestiler.
Çok yaşa dediğiniz padişahlarınız iktidarları uğruna öz kardeşlerini nasıl boğdurdular.
Bu gün de aynı şey olmuyor mu ?
Daha on yıl öncesine kadar islam sosyalisti dediğiniz Kaddafinin katline, linç edilmesine ses çıkardınız mı? Daha düne kadar Erdoğan´ın boynuna sarılıp kardeşim dediği Baser Esat´a nasıl da birden düşman oluverdi. Esat diktatördü de bunu yeni mi keşfettiler.
Diktatörün kim olduğu ortada…
Efendiler, şapkalarınızı önünüze koyun da olanı biteni bir iyice düşünün.
Memleketin bütün yeraltı, yerüstü zenginliklerinin nasıl yağmalandığını,
Nasıl peşkeş çekildiğini, nasıl yok pahasına satıldığını düşünün..
Emekçinin, çiftçinin, köylünün, memurun, emeklinin her geçen gün nasıl daha çok yoksullaştığını düşünün..
Kişi başına düşen milli gelir 15 bin doların hangi kişilerin başına düştüğünü düşünün.
Yıllardır dokunulmayan, dokunulamayan, halka unutturulmaya çalışılanKombassan, Yimpas, Denizfeneri vurgunlarının paralarının kimlerin cebine gittiğini düşünün.
Birilerinin çocukları gemiciklere sahip olurken fakir fukara çocuklarının neden gelecek kaygısı duyduğunu, işsizligi, her geçen gün açıklananın aksine çığ gibi büyüyen işsizligi düşünün. Yıllardır atama bekleyen, atanamayan öğretmenleri düşünün.
Hapishanelerin tıklım tıklım dolu olmasının sebebini düşünün.
Yıllardır suçsuz yere uyduruk bir ergenekon senaryosuyla Silivri´de Hastal´da yatan insanları düşünün. Yok yere fişlenen, sürülen, işinden edilen memurları, hukukçuları, hakimleri savcıları düşünün.
“Ya biat edersin yada sürünürsün daha olmadı sürülürsün” dayatmasıyla ödün vermediği, biat etmediği için işini yapamayan, baskılara boyun eğmedigi için ya içeri tıkılan yada ülkesini terk etmek zorunda kalan aydınları, yazarları, sanatçıları düşünün.
Düşünmüyorsunuz, düşünemiyorsunuz…
Ben size daha ne diyeyim…
Sizi aptallaştırdılar, uyuşturdular, uyuttular mongollaştırdılar.
Mongolsunuz…
Egemenler sizi en zayıf yerinizden vuruyor ve inancınızla kandırıyor. Kandırılıyorsunuz. Uyutuluyorsunuz. Uyuşturuluyorsunuz.
Sunni bir kavga başlattılar yıllardır. Bir türban davasıdır sürüp gidiyor.
Benim ailem inançli insanlardı. Dedem Niğde müftüsü Mustafa Hilmi Soydan´dır. Bizim sülaleye müftüzadeler derler. Ben çocuktum annem örtü olarak eşarp, yazma, tülbent ve başörtüsü tabir edilen örtüler kullanırdı. Türban diye bir şey hatırlamıyorum. Kimsenin kimsenin başındaki örtüyle de işi yoktu. Her kes istediği gibi giyinirdi. Yasak olmasına rağmen Anadolu´da çarsafla gezen kadınlara bile laf edilmezdi. Oysaki çarsafla gezmek yasaktı ve yasak olması da son derece mantıklı. Benim güvenliğim senin güvenliğin söz konusu. Ben nerden bilirim kardeşim o carşafın altında ne var kim var ?
Türban davası Erdoğanı padişah yaptı.
Millet türban kavgası yaparken onlar malı götürdüler.
Ne demişler zenginin malı züğürdün çenesini yorar.
Siz çenenizi yormaya devam edin Erdoğan dünyanın sekizinci zengin başbakanı…
Sen yoksullaştıkca onlar servetlerine servet katiıyorlar.
Padişahım çok yaşa…
Evren´le başlayan, Özal´la devam eden, Erdoğan´la taçlanan bir sűrecin yeşerttigi mongol bir topluma doğru hep beraber elele J

Hakkımda 1 .5 yıl hapis istemiyle açılan dava hakkındaki açıklamam.

Hakkımda 1 .5 yıl hapis istemiyle açılan dava hakkındaki açıklamam.
Ȕç yıl önce Başbakanlığa dilekçe yazdiktan sonra « kendi űlkemde műlteci gibi yaşadım » diyerek. Tűrk vatandaşlığından çıkarılmak için başbakanlığa dilekçe verdikten sonra Turkiye’yi terk ederek Belçika’ya yerleşen ve iltica basvurusunda bulunan Tiyatro ve sinema sanatçısı, « Fetih1453 un papa’sı » Ali Rıza Soydan hakkında bir kişinin şikayette bulunması űzerine Fazıl Say örneğinde de olduğu gibi « Halkın bir kesiminin benimsedigi dini değerleri alenen aşağıladığı » gerekçesiyle Bir buçuk yıl hapis istemiyle dava açıldı.
Konuyla ilgili açıklama yapan Ali Rıza Soydan sunları söyledi :


Haber de ki halkın bir kesimini aşağıladığı ifadesi doğru değildir. Ben halkın bűyűk bir kısmını aşağılamıs olabilirim. Benim aşağıladığım inanan yada inançlı insanlar değildir. Benim aşağıladığım Bir kilo bulgura, iki paket makarnaya, iki torba köműre namusunu, onurunu, kişiliğini satan űlkenin kaderiyle oynayanm bilime itibar etmeyen, bilimsellikten uzak edebiyata sanata dűşman, okumayan, dűşűnmeyen, cahil insanları aşagılamış olabilirim.
Bizim kimsenin inancıyla işimiz olmaz. Kim neye inanırsa inanır beni hiç bir şekilde ilgilendirmez. Ayrıca ben bűtűn inançlara ve rituellere de saygılı bir insanım. Camiye de gittim, kiliseye de, havraya, da, cem evine de, tum inançlara eşit mesafedeyim.
Benim karşı durduğum ve aşağıladığm şey inanç yada din değil. Din ticareti yapan din tűccarlarıdır. Dinle insanları aldatan, kullanan emperyalist uşağı din bezirganlarıdır. Benim karşı olduğum şey inanç yada islam değil. İnancın yada islamın ideoloji haline gelmiş olmasıdır. Kendi yaşam biçimlerinin milyonlarca insana dayatılmasıdır. Bu vesileyle yaratılmış “helal ticaretidir.” Herşeyin islami usullerde” adıyla ticaretinin yapılmasıdır. Farklı bir inancın insanlarının “gavur” diye aşağılanıp. Gavurun ekmegini yiyerek. Gavur dedikleri insanların űlkesinde kurdukları cemaat dernekleriyle Avrupa devletlerinin kaynaklarının hortumlanmasıdır. Benim itirazım kurdukları islami holdinglerle ellerinde kuranla önce Avrupa’da yasayan insanlarını dolandırıp, sonra kurdukları yardım dernekleriyle yapılan soygundur. Bir çok insanın suçu bile kesinleşmemişken yıllardır cezaevlerinde olmasına karşşn, Deniz feneri gibi soygunların űstűnűn örtűlmedisidir. İslam olduğundan, islamın adeletinden bahsedenlerin, adil olmamaları, çifte standart uygulamalarıdır. Benim itirazım Emperyalizme uşaklık etmelerindendir. Mazlumun değil zalimin yanında olanların islamiyetle ilgisi olamaz.
Benim  çocukluğumda tanıstığım anladığım İslamiyetle ilgisi yoktur. Ben cocuktum Sivas’ta sularbaşı mahallesinde oturuyorduk. O mahallede sunni műslűmanlar, aleviler ve ermeniler birlikte yaşarlardı. Her kesin birbirinin inancına saygısı vardı. Kimse kimsenin başındaki örtűyle, kıçıyla başıyla ilgilenmezdi. Şimdi islamın bűtűn değerlerini siyasi simge haline getirdiler. Eskiden camiye siyaset sokmayın diye telkin edilir. Camide siyaset yapmaya kalkan uyarılırdı. Camiler herkesin camisiydi. Simdi caminin kendisi siyaset ve beyin yıkama merkezi oldu. Bu cemaatlerin camilerinde namaz kılanlar, bana göre en bűyűk gűnahkarlar. Benim itirazım her tűrlű namussuzluğu, yolsuzluğu sahte dindarlıkla gizlemeye çalışan şarlatanlardır.
Bu gűn Tűrkiye’de inançla bilim kavga etme noktasına gelmiştir. Bu inanç için de bűyűk bir tehlikedir ve bu kavganın kazananı yoktur, kaybedeni Tűrkiye’dir.


NOT: Haber 09 Haziran 2012 de ''Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmıştır''


Anlayın Artık!?/Ali Rıza Soydan yazıyor

Cem Karaca Avrupa´dan döndükten üç yıl kadar sonra (ölümünden iki yıl önce) Beyoğlu Mis sokakta „Meis” adında bir barda sahne alıyor. Bir gün barın hemen üstünde „Demir Kafe” de oturup söyleştik. Ona Avrupa´yı sordum;´ neden döndün´ dedim ?
- Bunu bana çok sordular dedi.
- Bağışla lütfen bir kere de ben sormuş olayım, sırf merakımdan.
- Ben bunun için şarkı yaptım. “Ben döneksem döndüm diye memleketime/Döndüm işte döndüm baba of be”
- Onu biliyorum ama gene de merak ediyorum.
- Usta “Avrupa Avrupalılar için Avrupa” Bizim için öyle değil. Çok farklı. Başka bir dil konuşuluyor orda. Aynı dili konuşsak bile birbirimizi anlamıyoruz. Başka bir Türkiye var orda.
- Avrupa´da nasıl sıkıntılar yaşadın ki böyle düşünüyorsun ?
- Sıkıntı mı ? Kahrettim usta, kahrettim… Onunda şarkısı var. ” Hep kahır hep kahır” diye… Ben bu şarkıları niye yaptım sanatçı ne yaşıyorsa onu ifade ediyor. Ben de bunu yaşadım.  Yaşattılar. Hep kahır hep kahır…
- Evet şarkıların hepsinde bir gönderme var. Mesela “Hemşerim memleket nire ?”
- Memleketçilik… Avrupa´da bile en çok sorulan soru. Sorunun cevabını alan size ona göre davranacak. Ben de şarkı yaptım.
- Peki oradaki devrimciler ?.
- Hangi devrimciler ? Kırk çeşit devrimci var o zaman.
- Solcular yani ?
- İyi ya hangi solcular. Anlamıyorum usta…
- Burada durum farklı mı?
- Onu da anlamıyorum… Bunaldım öyle bunaldım ki, uçaktan inip ayağımı yere bastığımda toprağı öptüm. Sonra baktım çok sular geçmiş o köprülerin altından.
- Ne gibi..
- Sorma işte gördüğün gibi.. Doku değişti, kabuk değişti.. Eskisi gibi değil…O günler başkaydı, Heyecanım kalmadı hevesim söndü. Evet o günlerde baskı vardı yasak vardı ama biz binlere on binlere sesleniyorduk. O zaman anlıyorlardı bizi.. Algısı yüksekti toplumun… Her şey tükeniyor.. Ne onlar anlıyorlar ne ben anlayabiliyorum. Şarkılara döküyorum duygularımı, hani, „Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete var ya… öyle işte”
Hatırlayabildiğim diyaloglar bunlar. Başka bir dolu şey de konuştuk. Yorgundu fazla kalamadı. Sabahın sıcak puaçasından almıştık.. Puaçalar bitti.. Çayını yudumladı.. Yolcudur Abbas bağlasan durmaz dedi.
Gitti… 
Şimdi daha iyi anlıyorum ne söylemek istediğini. Avrupa´ya gelip buradaki ortamı gördükten sonra daha iyi anlıyorum.
İnsanlar şarkıları dinliyor. Melodisini duyuyor,  Sözlerini duymuyorlar. Sözlerdeki derinliği anlamıyor, algılamiyorlar…. Gazetelerin resimlerine bakıyorlar. Kitap okusalarda öylesine.. Tiyatro zaten eğlence aracı olmuş gülmek için gidiyorlar tiyatroya… Resme bakıyorlar sadece.. Filmi seyrediyorlar.. Ama derinliğini anlamıyorlar.. Algılarini yok ettiler toplumun… Sağır oldu.. O yüzdendir dilsizligi….
Ve o yüzden hepsi şair, hepsi ressam, hepsi oyuncu, hepsi yönetmen, hepsi sanatçı….
Bakalım bu yazıda ki derinliği anlayabilecek misiniz ?
Eh anlayın!….
Anlayın artık!…
Hey koca Cem usta sen anlamıyorum diye kahroluyorsun.
Bense anlıyorum…
Cok iyi anlıyorum…
Anladığım için kahroluyorum.
Oh Be! Şarkı Sözü
Şu adadan şu bodruma yüzesim gelir
Yüzsem de çıkamam ki of be
Kuş olup ta o yakaya uçasım gelir
Uçsamda konamam ki of be
Geceleri ben adadan Bodruma bakardım
Işıkları ben görürdüm of be
Türküleri ben koklardım gökyüzünü ben dinlerdim
Ve de nasıl özlerdim of be

Ben döneksem döndüm diye memleketime
Döndüm baba döndüm işte oh be
Hep Kahır Şarkı Sözü
Dur. Bırak. Kaynasın kahvenin suyu
Bana İstanbul´u anlat nasıldı
Bana boğazı anlat nasıldı
Haziran titreyişleri kaçak yağmurlar ardı
Yıkanmış kurunur muydu yine o yedi tepe
Ana şefkati gibi sıcak güneşte……
İnsanlar gülüyordu de
Trende vapurda otobüste
Yalanda olsa hoşuma gidiyor söyle
Hep kahır hep kahır hep kahır hep kahır
Bıktım be.
Dur. Bırak kalsın açma televizyonu
Bana İstanbul´u anlat nasıldı
Şehirlerin şehrini anlat nasıldı
Beyoğlu sırtlarından yasak gözlerimle bakıp
Köprüler Sarayburnu Minareler ve Halice
Deyiverdim mi bir merhaba gizlice
Dur. Bırak. Kımıldama kal biraz öylece ne olur
Kokun İstanbul gibidir
Gözlerin İstanbul gecesi
Şimdi gel sarıl sarıl bana kınalım
Gök kubbenin altında orda da beraber
Çok şükür diyerek yeniden başlamanın hayali
Hasretimin çölünde sanki bir pınar gibi
Hemşerim Memleket Nire Şarkı Sözü
Kendimi bildim bileli yollarda tükettim koskoca bir ömrü
Bir uçtan bir uca gezdim şu fani dünyayı
Okumuşu, cahili, yoksulu, zengini hiç farkı yok hepsi aynı
Sonunda bende anladım Hanya´yı Konya´yı!
Sanki insanlık pazara çıkmış ekmek aslanın ağzında
Bir sıcak çorba içer misin diyen yok!
Dört duvarı ören çatısını kapatıp içten kilitlemiş kapıyı
Bir döşekte sana serelim buyur diyen yok
Tek bir soru hemşerim memleket nire?
Bu dünya benim memleket
Hayır anlamadın hemşerim esas memleket nire!?
Bu dünya benim memleket!
Tövbe, tövbe, tövbe!
Kardeşlik ve eşitlik üzerine uzun, uzun nutuklar çekip
Niye senin derin benden koyu diye soran çok!
Kaşının altında gözün var diye silahlanıp ölüme koşarken
Kalan dul ve yetim ne yer ne içer diye soran yok!
Barış garibim bulamadı çözümü oturdu etti bunca sözü
Gelin hep beraber anlaşalım diyen yok!
Zaten paramparça bölünmüş ve yaşanmaz olmuş dünyamız
Daha fazla kesip bölmeye hiç gerek yok!
Tek bir soru hemşerim memleket nire?
Dedim ya yahu bu dünya benim memleket
Hayır anlamadın hemşerim esas memleket nire
Bu dünya benim memleket
Tövbe, tövbe, tövbe!

Bindik bir alamete Şarkı Sözü
Bindik Bir Alamete…
Bindik bir alamete
Gideoz kıyamete
Yol dediğin yol gibi
Ulaşmalı bir yere
Biz dön baba dönelim
Geliyoz aynı yere
Bu döngü kısır döngü
Başı varda sonu yok
Dönüyom dönemiyom
Sonunda bir çıkış yok
Yerel ve genel seçim
Seçin bakalım seçin
Ki dön baba dönelim
Aynı yere gelelim
Çete çeteye çatmış
Çete, çete içinde
Battık buruna kadar
Cafer getir peçete
Nush ile uslanmam ben
Etmeli beni tekdir
Tekdirden anlamazsam
Artık hakkım kötektir
Eskiden adam gibi
Oturur meze yerdik
Şimdi meze yer gibi
Oturup adam yiyoz
O zaman siz buna
Müstehaksınız len!..

Helal! Helal!Helal!/Ali Rıza Soydan/Doruk Haber Ajansı

Sevgili okurlar,
Belçika´da 30´u aşkın vebsite sanal ortamda ´ gazetecilik oyunu´ oynuyor..Ancak bunların çoğu Belçika gerçeklerini görmezlikten geliyor..Neden mi? Zülfikara dokunmasınlar, gelsin paraçıklar!Belçika´da yaşamaya karar veren sinema sanatçısı, tiyatrocu, emekçi Ali Rıza Soydan, temsilcisi olduğu Doruk Haber Ajans´ında bakın neler yazıyor?
Gerçekten ibret alınacak bir durum!..
Ne diyelim?
Tebrikler..
Demek ki, bu ülkede gerçekleri görenlerde varmış..
Selam olsun!
YeniHaber

Helal! Helal! helal!
Avrupa´da bir Helal edebiyatıdır gidiyor. Daha dogrusu Helal pazarı. Büyük bir Pazar yaratıldı ve adına „Helal” denildi. Turkiye güdümlü ve şu günlerde dünyanın en karlı işi olan din ticareti aldı başını gidiyor. Ortada büyük rantlar dönüyor ve adına „Helal” deniyor.
Din içerikli CD ler, Dini kitaplar,İlahi setleri, Dinsel etkinlikler, İslami usüllerde kesilmiş etler, İslami usüllerde üretilmiş helal gıdalar. Hepsi de bir hurafenin ve din adına yapılan ticaretin ürünleri. Her gecen gün bu alanda yeni yepyeni iş adamları türüyor mantar biter gibi. İş adamı olarak hic bir vizyon yada misyon sahibi olmayan bu adamcıklar, islami örgütler tarafından besleniyorlar ve güçlendiklerinde onları da besliyorlar, yani karşılıklı bir alışveriş ve bir rant çarkıdır dönüyor. Elliden fazla islami dernek var sadece Brüksel´de. Bu örgütlerin camilerinde derneklerinde minicik çocukların eline kuranı tutusturup, aileleri altı yaşındaki kiz çocuklarının başlarını örtüp bu din mihraklarına göndererek beyinlerini yıkıyorlar. Beyinlerinde hayata insanliğa sanata pozitif bilimlere ait ne varsa bosaltıyorlar. Tabi Belcika yetkilileri henüz bunların farkına varamadılar şimdilik göz yumuyorlar bu çocuk istismarına, inanc istismarına ve islami misyonerlik faaliyetlerine..
Bir de federasyonlar var tabi, Kağit üzerinde kurdukları dernekler üzerinden Belçika devletini kaynaklarını hortumlayarak ayrı bir rant alanı yaratmışlar. Dertleri uyuma hizmet etmek, Belçika´da uyum içinde yaşamak değil. Kendi yoz kulturlerini Belçika´lılara da dayatmak ve kendi kabuklarında yaşamak. O konuya ayrıca değinecegiz. Çünkü federasyonlar da bir başka rant alanı ve o alandan sağlanan paralar da Belcika´daki cemaatlere ve onların faaliyetlerine aktarılıyor. Kültür sanat deyince tek bir şey anlıyorlar islam kültürü, eğitim deyince de din eğitimi. Tabi Ankara´dan da elçilik kanalıyla destekliyor ve daha çok teşvik ediyorlar. Her şey islam üzerine kuruluyor. Bunların dışında kalan çevrelerdeki insanların bir çoğu da bunalımda, müthiş bir çürüme yaşaniyor. Yüzlerce sorunlu kadın ve çocuk var. Onlara hizmet edecek bir kurum da yok. Biraz daha aklı başında olanlar zaten kendilerini bu insanlardan ayırmış ve soyutlamış durumdalar.
Bir taraftan çocukları bu yoldan istismar ederken ve onların geleceklerini gölgeleyip, beyinlerini yıkarken, diğer taraftan da cocukları yaşındaki kızları istismar etmekten hatta alıkoymak ve onları evlenmeye zorlamaktan da çekinmiyorlar. Bu konuda onlarca mektup alıyoruz. Brüksel´de aylık yayınlanan ve günlük olarak ta internetten takip edilebilen Yusuf Cinal´in yönettiği Yeni Haber gazetesinin okur hattına gelen mektupları ve bunları deşifre ettiği için gelen tehditleri Yusuf Cinal´den alıntılayarak aşağıya yazıyorum.
Ne diyelim Helal olsun….
Helal helal !…. 

Hiç yorum yok: